Hayata Destek Şanlıurfa ekibinden Enver, İstanbul Küçükçekmece Hayata Destek Evi’nde Türkçe öğretmenliği yaptığı dönemde öğrendiklerini paylaşıyor.

Yazmak her zaman zor gelir... Ama sözlerle ifade ettiklerimizi yazıya aktarmayı başarmalıyız. Bunu yapabilmeliyiz ki, deneyimlerimiz birilerinin işine yarasın. Hayata Destek’te henüz yeni sayılırım. Yine de kısa süre içinde bir öğretmenin, öğrencisinin ruh dünyasına nasıl dokunabileceğini gördüm ve şimdi size anlatmaya çalışacağım.

Hayata Destek’teki ilk dersim... Öğrenciler Hayata Destek Evi’ne yeni gelmiş. Bir kız sınıf kapısının önünde, annesinin yanında, tedirgin gözlerle öğretmeni, yani beni bekliyordu. Yanlarına gidip kendimi tanıttım ve nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Soruma cevap anneden geldi. Arapça konuşuyordu. Türkçe sınıfında öğrencilerin, öğretmenin de Arapça konuşabildiğini bilmeleri, kimsenin yararına olmaz; bunu iyi bildiğim için sadece dinlemekle yetindim.

Ders vakti geldiğinde, bütün sınıf içeri girdi ama annesiyle gelen kız çocuğu bir türlü girmedi. Onu tekrar tekrar çağırdım; kapının yanında annesinin kolundan tutmuş, onu da derse girmeye ikna etmeye çalışıyordu. Bunun mümkün olamayacağını yumuşaklıkla söyledim. Onu rahat hissettirmek benim için önemliydi. Gülümsedim ve acele etmesine gerek olmadığını hatırlattım. Çok utanıyormuş. O kadar utanıyormuş ki... Gözyaşları cümlesini bitirmesine izin vermedi.

16 yaşındaki bir genç kızın, yan odadaki Türkçe dersine annesiyle birlikte girmek istemesi ve bunun mümkün olmayacağını anladığında gözyaşları içinde kalması istenilen bir durum değildir. Bu durumda, onu anlamak ve ihtiyaç duyduğu gücü içinde bulması için ona destek olmak gerekir.

Bu düşünceler içinde, onunla yaptığım kısa sohbetten sonra Ceylin, derse tek başına girmek istedi. Fakat tabii, ders boyunca gözlerini kapıdan ve kapının hemen ötesindeki annesinden ayırmadı. İşte onunla ilk dersimiz böyle geçti.

Sonraki derslerde Ceylin’i konuşturmaya çalıştığım zamanlarda bana kısaca ‘bilmiyorum’ dedi. Bu ‘bilmiyorum’larla bana aslında “Öğretmenim sen işine bak, benimle uğraşma” demek istiyordu.

Bir defasında, mahalleye çıkıp öğrencilerimi derse davet ederken, Ceylin’le ilk derste yaşadığımız sahneleri bu defa servise binerken yaşadık. Annesinin de kendisiyle servise binemeyeceğini anladığında yine gözyaşları onun yerine konuştu. Ceylin, bunun annesinden ayrılacağı için ağladığı son an olacağını tahmin etmemişti herhalde, ama inanın öyle oldu.

İlerleyen zamanlarda, Ceylin’e ders içinde ve dışında pozitif ayrımcılık yaptım. Onunla konuşurken her zamankinden de güler yüzlü olmaya dikkat ediyor, şakalar yapıyor; ona konuşabileceği, kendini ifade edebileceği alanlar açıyordum. Özgüveninin geliştiğini gözlerimle gördüm. Giderek en aktif ve başarılı öğrencilerimden biri hâline geldi Ceylin.

Yine de bir defasında öğrencilerime Türkçe şarkılar söyletirken, sıra ona geldiğinde Ceylin şarkı söylemeyi kabul etmedi. Israr etmedim. Sonraki hafta, sıra kendisine geldiğinde bu defa, bana şarkı söylemek istemediğini ama şiir okuyabileceğini söyledi. Savaşın bitmesini ve ülkesine yeniden baharın gelmesini temenni eden Arapça şiir, tüylerimizi diken diken etti. Ceylin, o günden bu yana, kendisi için seçimler yapabiliyor, kendini ifade etmekten ve duygularını paylaşmaktan çekinmiyor...Ve Türkçe’yi çok güzel konuşuyor.

Yol arkadaşlarım sevgili öğretmenlere, ‘öğretme’ işinin çok yönlü olduğunu; hepimizin görevinin öğrencilerimizin ruh dünyasına ulaşmak, onlara anlayış ve sevgi sunmak, yüzümüzden tebessümü eksik etmemek olduğunu bir de ben hatırlatmak istedim. Bu aralar yüz yüze eğitim kesintili olarak ilerliyor... Pandemi bizleri kendimizi, öğrencilere ulaşma becerilerimizi geliştirmeye davet ediyor. Seve seve kabul ediyoruz.

Hayata destek olabildiğimiz günler bol olsun.

Enver Gündoğan
Saha Çalışanı / Şanlıurfa

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left