ukhayata_fatma0001-1

Fatma Al Mıtlı 30 yaşında, Rakkalı, evli, bir çocuğu var ama kocası ve oğlu şimdi uzaktalar. İstanbul’da annesinin yanında, kardeşleriyle beraber yaşıyor. Dört odalı bu evde 13 nüfus kalıyorlar. Belki de Rakkalı oldukları için Haleplilerden daha geç, 2015 yılında gelmişler Türkiye’ye.

Yazı: Bülent Kale / Fotoğraf: Umut Kaçar / Video: Caner Özgül

Fatma’ya üzerindeki yöresel kıyafetin adını sorduğumda “Buna abbiye deriz,” dedi. “Özel bir elbise mi?” dedim. “Hayır,” dedi, “dışarı çıkarken giyeriz.” Fatma’nın evinin salonundaydık.

Bunu size Fatma’yla sohbetimizde, onun evinde de olsak bazı meseleleri ancak kapı önünden konuşabildiğimizi bilmeniz için ve aşağıda Fatma’nın hikâyesini okurken, bazı eksik noktalar, soru işaretleri fark ederseniz, bu belirsizlikleri ya da çelişkileri sormakta -özellikle- ısrar etmediğimizi hatırda tutmanız için söylüyorum. O boşlukları siz dilediğiniz gibi doldurabilirsiniz, çünkü işin o kısmı bizim bu yazıda size detaylıca anlatmak istediğimiz kısım değil. Ben yalnızca söylemek istediğimiz şeyi daha iyi ifade edebilmek için hikâyenin o kısmını da kabaca bilmenizi istedim.

ukhayata_fatma0003
Kalabalık bir nüfusa sahip evde çalışan sayısı da epey yüksek. Fatma da dâhil çalışmayanlar akşam yemeği için hazırlıklara erkenden başlıyor.

Fatma 30 yaşında, Rakkalı, evli, bir çocuğu var ama kocası ve oğlu şimdi uzaktalar. İstanbul’da annesinin yanında, kardeşleriyle beraber yaşıyor. Dört odalı bu evde 13 nüfus kalıyorlar. Belki de Rakkalı oldukları için Haleplilerden daha geç, 2015 yılında gelmişler Türkiye’ye. Babalarını Suriye’deyken kaybeden ailenin büyüğü Fatma’nın 53 yaşındaki annesi Saadet Al. Hane nüfusu onun çocukları, gelinleri ve torunlarından oluşuyor. Evde işgücü çok ve çeşitli. Herkes tekstilde çalışmıyor. Demir doğramacılık, plastik gibi iş sahalarında çalışanlar da var. Ama içlerinde asgari ücret bile alan yok. Kadınlar yine erkeklerden daha az alıyor. Çocuklar onlardan da az alıyor. Fazla mesailer yine verilmiyor ve en küçük hatalar bile bahane edilerek sıklıkla maaşta kesintiler yapılıyor.

Rakka’daki şartlar Fatma’nın asıl mesleği coğrafya öğretmenliği olan 35 yaşındaki ağabeyi Abdülgani’yi, Ağustos 2015’te tüm aileyi toplayıp Suriye’yi terk etmek zorunda bırakmış. Cerablus üzerinden Türkiye’ye geçip doğruca İstanbul’a gelmişler. Fatma ise onlardan 4 ay önce Nisan 2015’te oğlu ve kocasıyla birlikte El-Rai (Çobanbey) üzerinden geçiyor Türkiye’ye. Ama biz bu bölümü daha sonraya bırakalım ve Fatma’nın hikâyesini biraz baştan alalım.

ukhayata_fatma0002-450x300
Fatma’nın annesi Saadet Al, sobayı kontrol ediyor.

Fatma evlenmeden önce bir ilkokulda resim öğretmenliği yapıyor ama Mart 2013’te yaşanan çatışmaların şiddetlenmesiyle okullar kapatılıyor ve Fatma işini kaybediyor. Kısa süre sonra Ağustos 2013’te evleniyor ve kocasının annesi, babası ve evli kardeşleriyle birlikte yaşadığı eve gelin gidiyor. Ancak bombardımanların hedefi haline gelen Rakka’da evlerine bir bomba isabet ediyor. Fecaatin boyutunu anlatmak için “Evi görseniz, buradan nasıl çıktınız, dersiniz,” diyor bize. O felaketten sağ çıkan aile, daha az bombalanır umuduyla hükümet binalarına yakın bir muhite taşınıyor ama orada da bombalardan kurtulamıyor. Haziran 2014’te bombardımanlar altındaki Rakka’da oğlu Muhammed doğuyor. Muhammed’in doğduğu o evde bir sene kadar kalıyorlar.

“Bombalar seni ve Muhammed’i nasıl etkiledi?” diye soruyorum. “Muhammed çok küçüktü, hep kucağımdaydı ama hepimiz çok korkuyorduk, hep bir arada yaşıyorduk,” diyor. “Eltimin çocukları daha büyüklerdi, 4-5 yaşlarındaydılar, onlar uçak sesi duyar duymaz en yakın köşeye koşup siniyorlardı, bir tanesi uçak sesi kesilinceye kadar sürekli istifra ediyordu,” diye anlatıyor.

Sonra Nisan 2015’te kocası ve oğluyla beraber 15 kişilik bir grubun içinde El Rai (Çobanbey) üzerinden Türkiye’ye geçiyorlar. “Geçmeden önce bir gece bir köyde boş bir camide yattık. Muhammed orada ciğerlerini üşüttü. Şimdiki hastalığı ondan sonra başladı,” diye açıklıyor küçük Muhammed’in muzdarip olduğu astım hastalığını. Ve sınırı nasıl geçtiklerini anlatıyor: “Türkiye’ye geçtiğimiz gün hava yağmurluydu, karanlıkta iki saat yürüdük. Her yerin çamur olduğunu, balçıktan ağırlaşan ayakkabılarımı bırakmak zorunda kaldığımı, o çamurun içinde yalınayak yürüdüğümü hatırlıyorum.” Oradan bir araç onları alıp Urfa’ya götürüyor. Bu yüzden Fatma’nın kaydı kocası ve çocuğuyla birlikte resmi olarak Şanlıurfa’da.

Urfa’da Suriyeli bir ailenin yanında bir hafta kalıyorlar. Sonra sınırı geçtikleri o 15 kişiyle beraber ayrı bir ev tutuyorlar. Ancak onlar yüzünden eşiyle problem yaşayınca Fatma, bir ay bile olmadan çocuğunu da alıp Rakka’ya geri dönüyor. Rakka’da yaklaşık beş ay kalıyor. Sonra aile büyükleri araya girip kocasıyla barışması için ricada bulunuyor. Bebeğiyle birlikte ailesine yük olduğunu düşünen Fatma kabul ediyor. Halen Suriye’de olan en büyük ağabeyi onu sınıra kadar getirip geri dönüyor. Fatma sınırı kendi başına geçiyor, kocası Türkiye tarafında onu karşılıyor, Akçakale’de bir ev tutuyor. Birlikte üç ay Akçakale’de kalıyorlar. Sonra tekrar Urfa’ya geçip yine önceki grupla birlikte yaşamaya başlıyorlar. Beş ay kadar böyle sürüyor. Sonra eşi ve çocuğuyla ayrı bir eve çıkıyorlar. Bu arada kocasının annesi ve babası da Rakka’dan Urfa’ya geliyor. Bir süre birlikte kalıyorlar.

Sonra Fatma artık dayanamıyor ve çocuğunu da alıp İstanbul’a geliyor. Yaklaşık bir buçuk sene önce, 2016 yazında oluyor bu. Fatma, İstanbul’da kız kardeşiyle beraber tekstilde çalışmaya başlıyor. İşyerindeki en büyük sorunu Türkçedir. Çünkü Suriye’de üç yıl makine ve kalıp eğitimi alan Fatma makine kullanmayı biraz biliyordur zaten. Urfa’da sadece Suriyelilerin arasında bulunduğu için, geldiği ülkeyle neredeyse hiç teması olmamıştır, bu yüzden de hiç Türkçe bilmiyordur. Patron onu Türkçesi iyi olan kız kardeşinin yanına oturtuyor. Bu sayede daha az sorun yaşıyor.

Ama kocası üç ay sonra peşinden İstanbul’a geliyor. Fatma’yı sokakta rahatsız ediyor. Patronuyla konuşup işten çıkarmasını istiyor. Bunun üzerine Fatma 2,5 ayın sonunda işten çıkmak zorunda kalıyor. Sonra kocası oğlu Muhammed’i alıp Urfa’ya götürüyor ama dört ay sonra geri getiriyor. Neden, diye soruyorum. Fatma çocuğunun astımı olduğunu, orada çok hastalandığını, bakamadıkları için kendisine geri getirdiklerini söylüyor.

Kocası bir süre sonra tekrar gelip İstanbul’da bir ev tutuyor ve tüm aile iki ay kadar yine bir arada yaşıyorlar. Sonra “Param bitti,” diyor, Fatma’yı Muhammed’le beraber ailesinin yanına gönderiyor. Kurban Bayramı’na, yani eylül ayına kadar böyle sürüyor. Eylül ayında bayram ziyaretini bahane ederek Muhammet’i Urfa’ya aldırıyor ama geri getirmiyor. Fatma o zamandan beri oğlunu görmüyor. Telefonda konuşmasına da izin verilmiyor. Yalnızca bazen kocası Fatma’ya eziyet etmek, onu daha da üzmek için telefon edip çocuğun (ağlarken ya da astım krizleri geçirirken çıkardığı) seslerini dinletiyor.

Fatma şimdi çocuğundan uzakta ve çok üzgün. Bir taraftan kocasından boşanmanın, çocuğunu geri almanın yolunu arıyor. Bu konuda Hayata Destek’ten hukuki yardım alıyor. Bir taraftan da yavaş yavaş hayata katılıyor. Türkçesi hâlâ çok az, bazen markette almak istediği şeyi raflarda göremediğinde, Türkçesini de hatırlayamıyorsa alamadan geri dönmek zorunda kalıyor. İnsanları, bu yeni şehirdeki farklı âdetleri tanımakta, anlamakta zorlanıyor. Neden bilmem, mutlaka bizim bilmediğimiz ya da anlamakta zorluk çektiğimiz bir âdetleri yüzünden, hâlâ çalışamıyor. Kim bilir, belki de ne olursa olsun hâlâ evli sayıldığı ve kocası çalışmasına izin vermediği içindir.

ukhayata_fatma0004
Genç ve çalışan nüfusun fazla olduğu evde mutfak en yoğun kullanılan alanlardan. Şimdilik düzenli bir işte çalışmayan Fatma ev işlerine yardımcı oluyor.

Ama beni tüm bunları böyle sıralı olarak anlatmaya iten kocasının Fatma’ya hayatı nasıl da zorlaştırdığını göstermekten çok onun yaşananlar karşısında aldığı tavır, izlediği yol oldu. Fatma, gidecek kimsesi olmayan, kimselere ulaşamayan pek çok kadın gibi kaderine boyun eğmemiş, Urfa’ya kısılıp kalmamıştı. Geri dönüp birlikte yaşayabileceği bir ailesi vardı, çalışmak istediğinde kız kardeşleri hep yanında durmuştu, ağabeyi koluna girip onu Hayata Destek Evi’ndeki meslek kursuna yazdırmıştı. Onların desteği, Fatma’yı hayatını ve çocuğunu kazanmak için vereceği mücadelede daha kararlı, yeni ve farklı hayatı bir an önce öğrenmek konusunda daha istekli yapıyordu: “Evet burası başka bir ülke; dili, âdetleri farklı ama öğrenmek zorundayız. Çalışma saatleri uzun, şartları ağır ve biz alışmak zorundayız. Başaracağız, buna mecburuz, başka çaremiz yok.”

Hayata Destek Evi’nde devam ettiği kalıp çıkarma kursu Fatma’nın ilk kursuydu ama belli ki son kursu olmayacaktı. Çünkü Fatma, bütün iyi öğrenciler gibi, kurslarda derslerde anlatılanlardan çok daha başka şeyler de öğrenildiğinin farkındaydı. Tıpkı elbiseler gibi hayatların da kalıpları olduğunu, İstanbul’daki hayatın kumaşının Rakka’dakinden çok başka olduğunu görüyordu. Ne farklı hayatlar, ne farklı kalıplar vardı şu İstanbul’da! Fatma’nın oğluyla birlikte kuracağı yeni hayata uygun bir model de mutlaka olmalıydı. Fatma o modeli bulacaktı. O kalıbı çıkaracaktı. Başka çaresi yoktu. Mutlaka başaracaktı.

zzz

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left