Sayısız mülteci dosyası inceledim. Siyahi Amerikalıların ABD’de uğradığı baskılar zulüm sayılabilir.

AMALİ TOWER**

Mülteci koruma, kırılganlıktan ziyade baskıyla ilgilidir. Alanda 15 yıldan fazla zamandır çalıştığım için en azından ben, uzun zamandır buna inanıyorum.

Mültecilerden bahsettiğimiz zaman genelde kırılganlıklarından ve haklarını koruma sorumluluğundan bahsederiz. Bunda doğruluk payı vardır, ama gerçek hayatta insanlar mülteci olurlar, çünkü baskıya uğramışlardır. Uğradıkları ayrımcılık nedeniyle hakları ihlal edilir.

1951 tarihli Mülteci Konvansiyonu mülteciyi ırk, din, milliyet, siyasi görüş veya belli bir sosyal gruba üyeliğinden dolayı, haklı nedenlere dayalı bir zulme uğrama korkusuyla kendi ülkesini terk eden ve bu korku yüzünden kendi ülkesinin korumasını isteyemeyen veya istemeye yanaşmayan bir kişi olarak tanımlar.

Asla siyahi Amerikalıların ABD’yi terk etmesini savunmuyorum. Ama eğer bir siyahi Amerikalı, yabancı bir ülkeden sığınma talebinde bulunacak olursa, sadece ülkesini geçtiğimiz birkaç hafta içinde sallayan sosyal ve siyasi olayların bile başlı başına bu kişinin ülkesindeki güvenliği ve refahından “haklı nedenlere dayalı korku” duyduğunu ispatlayabileceğini söylüyorum.

ABD hükümeti ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Kuruluşu adına yaptığım koruma ve başka ülkeye yerleştirme mülakatlarında mültecilerin sayısız iddialarını dinledim ve mültecilerin geldiği ülkeler hakkında iddia sahiplerinin söylediklerini destekleyen sayfalarca bilgi okudum. Size George Floyd cinayetinin ve sonrasında düzenlenen protestolardaki polis şiddetinin ve siyahi Amerikalıların devletten gördüğü sistematik muamelenin çoğu sığınma talebi için meşru sebep sayılacağını söyleyebilirim.

Irksal veya etnik nedenlerle mültecilik başvurusunda bulunan mültecilerden, sistematik baskı gördüklerini, hapse atıldıkları veya hapse atılmaktan korktuklarını veya bazen defalarca polis ve gardiyanların elinde kötü muamele ve işkence gördüklerini anlattıkları sayısız hikâye dinledim. Bunlar çoğu siyahi Amerikalının anlattığı hikayelere çok benziyor.

Onlar ırkları nedeniyle zulüm gördüler. Ve bu zulmün failleri devlet veya devlet kurumları olduğu için yetkililer onları koruyamadı veya korumadı.

Tanıdık geldi mi?

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri, George Floyd cinayetinin ardından yapılan protestolarda polisin orantısız ve gereksiz şiddet uyguladığını söyledi. Ayrıca gazetecilere 200’den fazla saldırı olduğundan ve ifade özgürlüğü hakkı ihlallerinden bahsetti.

47 Birleşmiş Milletler insan hakları uzmanı oldukça cesur davrandı ve nadir rastlanan bir oy birliğiyle ABD’de “devlet destekli ırksal şiddet üreten sistemli ırkçılık ve bu şiddetin cezasız kalması” üzerine bir bildiri yayımladı.

Amerika’da ırklar arası eşitsizliğin en bariz görüldüğü yer ceza hukuku sistemidir. Sivil toplum örgütü The Sentencing Project Birleşmiş Milletler’e sert bir rapor sundu ve ABD’nin ceza hukukunda ırk ayrımcılığına yol açan politikalar izlediği için Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Konvansiyonu’nun 2. ve 26. maddelerini ihlal ettiğini bildirdi.

2016 yılında ABD’de yapılan bütün tutuklamaların % 27’si siyahi Amerikalılardan oluşuyor – yani nüfuslarına oranla tam 2 katı. Siyahi çocuklar çocuk nüfusunun sadece % 15’ini oluşturduğu  hâlde tutuklanan çocukların % 35’i siyahilerdi.

Çok da sürpriz olmayan bir şekilde, ABD’nin kendi bulguları da verilen cezalardaki ırk ayrımcılığını gösteriyor. Siyahi mahkumlara beyaz mahkumlara verilen cezalardan yaklaşık % 20 daha uzun cezalar veriliyor.

Gelişme kaydedildiği iddia edildiğinde bile durum şüpheli. 2018 yılında rakamlar siyahi Amerikalıların hapse atılma oranının 2006 yılına göre % 34 azaldığını gösterdi. Ancak hesap yapılırken yalnızca federal hapishanelerde en az bir yıl hapis yatan tutuklular alındı ve daha kısa süreli cezalar alan ve yerel hapishanelerde yatan mahkumlar dışarıda bırakıldı.

Azalmayı ve verilerdeki farklılıkları açıklayan farklı farklı görüşler bulunuyor. Ancak 2018 yılındaki düşük hapis oranları siyahi ırkın daha az zulme uğradığı anlamına gelmiyor. Siyahi Amerikalılar hâlâ en çok hapse atılan topluluk olmaya devam ediyor. Yetişkin nüfusunun yalnızca % 12’sini oluşturdukları hâlde 2018 yılında cezaevindeki insanların % 33’ünü siyahiler oluşturuyor.

Oranladığımız zaman siyahilerin hapse atılma riskinin İspanyol asıllıların neredeyse 2 katı ve beyazların 5 katı olduğunu görürüz. Her 10 siyahi çocuktan birinin anne veya babası parmaklıklar arkasında bulunuyor.

Çocuk adalet sistemindeki ırk ayrımcılığı da beklenen yöne gitmiyor. 2003 ve 2013 yılları arasında hapse atılan siyahi çocuklar beyaz çocuklardan 3,7 kat fazlayken bu fark 4,3’e fırladı.

The Guardian gazetesinin ABD’deki polis cinayetlerini bir araya getirdiği veri tabanı da gösteriyor ki  2015’te öldürülen genç siyahi erkeklerin sayısı, aynı yaşlardaki beyaz erkeklerin 5 katı kadar.

2014’te Birleşmiş Milletler, Michael Brown ve Eric Garner cinayetlerinden sorumlu polis memurlarını yargı önüne çıkaramayan ABD’ye dair endişelerini dile getirmişti. İnsan Hakları Özel Raportörü bu kararın, siyahi Amerikalı kurbanlara aşırı güç kullanımıyla ilgili davalarda bir cezasızlık yolu açtığını belirtmişti.

2016’da Minnesota’da Philando Castille’in ve Louisiana’da Alton Sterling’in öldürülmelerinin ardından Birleşmiş Milletler’in insan hakları organları, Amerika’da polisin siyahi Amerikalılara aşırı güç kullanmasının gündelik vaka hâline geldiğini belirtmişti.

2016 Ocak ayında resmî bir ziyarette bulunan Birleşmiş Milletler, “cezasızlıkla ödüllendirilen polis memurlarının gösterdiği şiddetin alarm verici seviyelere ulaştığını ve öldürücü düzeyde aşırı güç kullandıklarını” açıkladı. Yaptığı öneriler arasında polis güçleri tarafından yapılan yargısız infazlarla ilgili soruşturmaların geliştirilmesi vardı.

Detroit’te 1967 yılında yaşanan olayların ardından 1968 yılında çığır açan Kerner Komisyonu raporu yayınlanmıştı. Bu raporda ABD yargı sistemindeki ırk ayrımcılığının siyahi toplulukların karşılaştığı “ırk ayrımcılığının kültürel şekilleriyle” el ele gittiği belirtilmişti. Bu ırk ayrımcılığının kanıtı olarak da yetersiz konutlar, yüksek işsizlik oranı, seçmenlerin karşılaştığı baskılar ve yukarı doğru sosyal hareketin olmaması gösterilmişti. Günümüzde siyahi Amerikalıların işsiz kalma riski Amerika’da yaşayan herkese göre 2 kat fazla.

Irk ve suç arasında kurulan yanlış bağlantıların asıl sebebi, şehirdeki yoksulluk ve radikal polis faaliyetleri. Bunlar, kişileri kıramadıkları bir suç ve hapis döngüsünün içine atıyor. Aynı zamanda açık veya üstü kapalı ırksal ön yargılar siyahiler tarafından işlenen suçları beyaz Amerikalıların gözünde büyütmesine neden oluyor ve ırk ayrımcılığını artırıyor. Siyahi Amerikalıların başka gruplara göre daha çok suç kurbanı olduğu ise göz ardı ediliyor.

Sosyal hizmetlere erişemeyen siyahi insanlar ve siyahi topluluklar sosyal hareketlilikten de mahrum kalıyor. Yasak olmasına rağmen mahalleleri bölgelere ayırma uygulaması[1] devam ettiği için; siyahi topluluklar hâlâ bankacılık, sigorta, daha iyi okullar ve konutlara ulaşma gibi sosyal hareketlilik imkanlarından faydalanamıyor.

1988 tarihinde Atlanta’da yapılan gayrimenkul araştırması, benzer gelir seviyelerine sahip beyaz ve siyahi mahalleleri arasında çok büyük farklılıklar olduğunu gösterdi. Özellikle siyahi Amerikalılara banka kredisi verilmemesi, bunun sonucunda daha iyi konutlar ve okullara erişimlerinin olmaması gibi ırkçı uygulamaların, kurumsal baskıların nasıl bugünü ve geleceği etkilediğinin bir kanıtı.

Sistematik gelir eşitsizliği beyaz Amerikalıların siyahi Amerikalılara göre 20 kat daha fazla zengin olmasını sağladı. Siyahi topluluklar hem sağlık hem de eğitim alanında ciddi eşitsizliklerle karşılaşıyor. Üstü kapalı ön yargılar ve ırk ayrımcılığı siyahi Amerikalıların aldığı sağlık hizmetinin beyazlara göre daha kalitesiz olmasına neden oluyor. Azınlık ve siyahi toplulukların devam ettiği okullara yeterince maddi destek verilmiyor. Siyahi öğrencilerin okuldan atılma riski beyaz öğrencilere göre 3 kat fazla. Okullarda polis bulundurulması siyahi öğrencileri ceza adaleti sistemine karşı daha savunmasız bırakıyor ve okulu bırakma oranlarını artırıyor.

Siyahi toplulukların oy verme hakları ülkenin yarısında kısıtlandı ve hatta bazı eyaletlerde baskı uygulandı. ABD’de yakın bir zamanda yapılan eyalet seçimlerinde sandık görevlisi sayısının yeterli olmaması, uzun kuyruklar ve süreçteki gecikmeler gibi başarısızlıkların siyahileri ve beyaz olmayan Amerikalıları daha çok etkilediği ortaya çıktı.

Donald Trump’un seçiminden bu yana yükselişte olan beyaz milliyetçiliği, aşırıcılık ve nefret grupları siyahi Amerikalılara ve azınlıklara yönelik tehdit oluşturuyor. 2018 yılında ABD Medeni Haklar Komisyonu ülkenin her yerinde medeni hakların korunamadığını tespit etti.

2019 yılında 90 sivil toplum örgütü, ABD’nin BM ırkçılık özel raportörünü araştırma görevine davet etmesi talebinde bulundu. Bu BM misyonu, 2008 yılında yaptığı son ziyarette  “ırkçılığın tarihi, kültürel ve insani boyutlarının hâlâ Amerikan toplumunu her alanının içine işlemiş durumda olduğunu” belirtmişti.

ABD, Irk Ayrımcılığının Tasfiyesine İlişkin Konvansiyon’a taraf olmasına rağmen uygulama konusunda geride kalıyor ve verdiği taahhütleri yerine getirmek için yapması gerekenlerle ilgili BM’ye uzun zaman önce vermesi gereken periyodik raporu aksatmış durumda.

Mülteci statüsü almanın temel koşullarından birinin kişinin yaşadığı ülkeden ayrılması olduğu açık. Bu ülkeye eşit derecede Siyahi Amerikalılar da sahip olduğu için ülkelerinden ayrılmalarını asla savunmuyorum.

Bu makalede sadece eğer siyahi Amerikalılar uluslararası koruma arayacak olursa ülkelerinin korkunç insan hakları kaydı ve karşılaştıkları kurumsal ayrımcılık düşünüldüğünde bu korumayı alabileceklerini söylüyorum.

Umarım bu hepimizin ülkece durup düşünmesini ve ABD'nin ırkçılık sorunuyla ilgili harekete geçmesini sağlar.

ABD insan haklarının kalesi olmakla gurur duyabilir ama açık ki siyahi Amerikalılar eşit muamele görmüyor, eşit paydaş olamıyor ve hizmetlere eşit bir şekilde erişemiyor. Ülke demokrasi şöhretinden bu utanç verici lekeyi silmek istiyorsa önemli reformlar yapmak zorunda.

 

* Bu makale ilk olarak, 17 Haziran 2020 tarihinde Aljazeera haber sitesinde yayımlanmıştır.

**Amali Tower, İklim Mültecileri isimli araştırma ce savunuculuk örgütünün kurucusu ve direktörüdür.

[1] Çeviri notu: Metnin orijinalinde ‘redlining’ olarak geçen bu uygulamayla, özellikle azınlıkların yaşadığı mahallelerin kredi alma ve sigorta hizmetlerinden faydalanmasının önüne geçiliyordu. Terim, şehir haritasının azınlıklara ait bölgelerinin kırmızıyla işaretlenmesiyle ortaya çıkmıştır.

En üstteki fotoğraf: Georgle Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesinin ardından düzenlenen protestolardan biri. 13 Haziran 2020, New York’taki Brooklyn Köprüsü, Caitlin Ochs/Reuters.

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left