‘Yaşam hakkı’ en temel, en vazgeçilmez insan hakkı. Ancak yaşam hakkına sahip çıkmak için ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar, bu hakkı kaybetmemek uğruna ağır bedeller ödemek zorunda kalabiliyor. Diyarbakır’da yaşayan Nijeryalı bir mülteci olan John’un* hikayesini, kurumsal iletişim uzmanımız Çiğdem Güner aktarıyor.

İstanbul Ocak 2022’de yakın tarihinde gördüğü en yoğun kar yağışına sahne oldu. Sıcaklık sıfırın altına düştü, şehir beyaza teslim oldu. Kar soğuğu hafızalarımızda tazeyken, Edirne’den gelen acı haber ‘hayatı durdurdu’ diye yakındığımız kara kışın, bazen de hayata mal olduğunu hatırlattı bize: Sınırda 19 mülteci donarak hayatını kaybetmişti. Ve maalesef bu, sınırlardaki can kayıplarına dair duyduğumuz ilk haber değildi.  

Bu hayat-memat mücadelesini Diyarbakır’da yaptığım bir röportajda ilk ağızdan dinlemiştim. Size şimdi John’un Nijerya’dan İran’a ve ardından Türkiye’ye uzanan hikâyesini anlatmak istiyorum.

"Sağlıklıyım, güçlüyüm, daha iyi bir hayat için çok çalışırım, hayatımı kazanırım diyerek ülkemden ayrıldım. İnsanın korkmadan sokakta yürüyebildiği bir yerde çalışıp hayatını kazanmak istemesi, bu kadar ağır bedeller gerektirmemeli."

John 26 yaşında, hayat dolu bir genç adam. Üniversiteden mezun olduktan sonra, iki yıl kadar çevre bilimci olarak yine üniversitede araştırmacı olarak çalışmış. Spor yapmayı ama en çok da futbolu seviyor. John’un hayalleri sınırsız. Ülkesinde ise geleceğe baktığında sadece şiddet ve zorlu bir şiddetten kaçma mücadelesi görebildiğini söylüyor.

Son yıllarda artan şiddet olayları, terör, insan kaçırma vakaları ve bu güvenlik çıkmazı içinde derinleşen ekonomik darboğaz Nijerya’da milyonlarca kişinin hayatını derinden etkiliyor. John, protesto gösterilerinin birinde görevli olan polis memuru babasının vurularak öldürülmesinin ardından ülkesine dair umutlarının daha da tükendiğini anlatıyor. Boko Haram terörü, sokaklardaki dinmeyen protestolar, silahlı çatışmalar, bunların üzerine eklenen geçim sıkıntısı nedeniyle 2020 yılının Kasım ayında ülkesini terk etmeye karar veriyor. Nijerya’dan önce Çad’a, sonra da Mısır üzerinden İran’a gidiyor. Amacı Türkiye’ye ulaşıp buradan Avrupa’ya geçmek.

2020 Aralık ayı sonunda, diğer göçmenlerle Türkiye’ye İran sınırından giriş yapıyor. Zorlu iklim koşullarında, dağlık bölgede yaptığı bu yolculuk öyle kolayca anlatılabilecek gibi değil. Sınırı geçmek için birkaç defa girişimde bulunuyorlar. En büyük korkuları İran polisine yakalanmak. Bu korkuyla Türkiye sınırlarını aşmaya odaklanıyorlar. Ve geçiyorlar da. Yolculuk sırasında John, ceketini soğuktan titreyen bir çocuğa veriyor. Güçten tamamen düşen gebe bir kadını taşıyarak yola devam ediyor. Bu sırada soğuktan elleri ve ayakları iğneleniyor ancak önemsemiyor. Kafile Van’a ulaşmayı başarıyor. John’un elleri ve ayakları don yanığına maruz kalmış, morarmış, sızlıyor. Bazı parmaklarını ise hiç hissetmiyor.

Kimliği olmadığından sınır dışı edilme korkusuyla, Van’da hastaneye gitmiyor. Ellerini ve ayaklarını iyice sararak yola devam ediyor. Diyarbakır’a vardığında ise sağlık durumu daha da kötüleşiyor. O anları John hayal meyal hatırlıyor: “Otobüsle nereye geldik, orası İstanbul muydu, etrafımdakiler kimdi? Hiç bilmiyordum. Hayal gibi hatırlıyorum. Çok bitkindim, sadece aklımda kalan o, hayatımda hiç o kadar bitkin olmamıştım.”

Diyarbakır otobüs garında yaralarını gören biri John’un yaşam savaşı verdiğini anlıyor ve onu alıp hemen bir hastaneye götürüyor. Hızla müdahale ediliyor. Kangren olmasını engellemek için el ve ayak parmakları ampute ediliyor. 8 ay süren tedavi sayesinde elleri, ayakları tamamen kesilmeden hastalığı atlatıyor. Ancak bir kimlik kaydı olmadığı için acil müdahale sonrası süreçte tedavisine devam edilmesinde sorun yaşanıyor. 2021 yılının Mart ayında, Hayata Destek ekipleri, uluslararası koruma statüsü alarak sağlık hizmetlerine erişebilmesi için ona yardım ediyor.

Hastanede tedavi süreci böylece tamamlanıyor. Ancak bu defa da bilmediği, dilini konuşamadığı bir ülkede yaşadığı bu ağır travma ve sağlık sorununun ardından John’un gündelik hayatını sürdürebilmesi için desteğe ihtiyacı oluyor. Hayata Destek ekipleri, ilgili kamu kuruluşlarına müracaatlarını yaparak gerekli izinleri çıkarıyor ve John’u bir engelli bakım evine yerleştiriyor. İşlevsel bir protez temin edilebilmesi için sivil toplum kuruluşlarıyla temasa geçiliyor. Ayrıca, John’un üçüncü ülkeye kabulü için Ankara Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne gerekli belgeler ulaştırılıyor, başvuru süreci başlatılıyor. Bu süreçte Hayata Destek, John’un ailesiyle iletişime geçmesine de yardımcı oluyor. John nihayet annesine yaşadığını haber verebiliyor. “Sağlıklıyım, güçlüyüm, daha iyi bir hayat için çok çalışırım, hayatımı kazanırım diyerek ülkemden ayrıldım. İnsanın korkmadan sokakta yürüyebildiği bir yerde çalışıp hayatını kazanmak istemesi, bu kadar ağır bedeller gerektirmemeli.” diye ekliyor John.

John, bugün dünya üzerinde can güvenliği kaygısıyla zorla yerinden edilmiş 84 milyon kişiden biri. Bu insanların büyük bir kısmı yaşamak için ağır bedeller ödemek zorunda kalıyor. Biz Hayata Destek olarak, tam da bu nedenle, John’un can güvenliği kaygısı yaşamadığı, onurlu bir yaşam hakkı olduğunu savunuyor; bu hakkı herkes için tesis edebilmek adına çalışmaya devam ediyoruz. Bu çalışmalarımızı, Alman yardım kuruluşu Diakonie Katastrophenhilfe ortaklığında ve Avrupa Birliği İnsani Yardım Kurumu’nun finansal desteğiyle, Türkiye’de mültecilerin temel hak ve ihtiyaçlarına erişmelerini hedefleyen projemiz kapsamında yürütüyoruz.

*Danışanımızın gerçek ismi, özlük haklarını korumak adına değiştirilmiştir.

Çiğdem Güner
Hayata Destek Kurumsal İletişim Uzmanı

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left