Şanlıurfa, Viranşehir’de UNICEF’in desteğiyle yürüttüğümüz Pozitif Ebeveynlik Program’ında amacımız, çocukların psikososyal gelişimlerini destekleyebilmek için ebeveynleri ve bakım verenleri sürece aktif bir şekilde dahil etmek. Çünkü her ebeveynin çevresinde doğru ve sağlıklı bilgiler alabileceği rol modelleri olmayabiliyor. Biz de bu çalışmalarda, çocuklarına nasıl davranacakları, onların üstün yararını gözeterek ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilecekleri konusunda farkındalık kazandırmaya çalışıyoruz.

Çocukla sağlıklı iletişim kurma, duygusal ve sosyal ilişkileri destekleme, mahremiyet ve sınır eğitimi gibi konuları konuştuğumuz oturumlarda, etrafımızda hep annelerin olduğunu gözlemledik. Halbuki kadınların aktardıkları, bize büyük bir ihtiyacı gösteriyordu:

 “Eşim çocuklarla ilgilenmiyor.”

“Keşke bunları eşlerimize de anlatsanız.”

“Ne hissettiğini hiç bilmiyorum.”

“Her şeyin yükü bende.”

Bu paylaşımlar maalesef münferit değil. Ebeveynliğin hala çoğu evde yalnızca annelere ait bir sorumluluk olarak görülmesi, hem anneleri yıpratıyor hem de babaların çocuklarıyla kuracağı duygusal ve sosyal bağı zayıflatıyor. Öte yandan, bir çocuğun fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal gelişimi için her iki ebeveynin de ortak bakım ve ilgisi önemli. Böylece Erkekler ile Pozitif Ebeveynlik yolculuğumuz başladı.

Kalıpları Kırmak

İlk oturumlar hiç kolay değildi. Erkeklerde bariz bir mesafe ve çekingenlik göze çarpıyordu. Duygular hakkında konuşmakta zorlanan katılımcılar, çoğunlukla içe kapanıktı. Bu durum aslında, ‘erkeklik’ kalıplarıyla örülmüş toplumsal rollerin bir yansımasıydı.

“Erkek duygusunu belli etmez.”

“İçine at, geçer.”

Zamanla güven ortamı inşa edildikçe erkekler, kendi ailelerinden taşıdıkları düşünce ve davranış kalıplarını fark etmeye ve sorgulamaya başladılar:

“Ben eşime hiç güzel bir şey söylemediğimi fark ettim. Çünkü babam da anneme söylemezdi. Şimdi değişmeye çalışıyorum.”

“Belki hep sert davranarak çözdük her şeyi. Ama çocuklarıma zarar verdiğini fark ettim.”

Zor ama Gerekli Konuşmalar

Birçok erkek, kendi çocukluğunda tanık olduğu şiddet, ilgisizlik, duygusal ihmal ya da mesafeyi sorgulamadan bir sonraki kuşağa aktarabiliyor. Oturumlarımızda bu öğrenilmiş ilişki ve etkileşimsel öğretiler zincirini kırmak için güvenli alanlar oluşturduk. Katılımcılar, davranış örüntülerini fark ettikçe çocuklarına benzer deneyimleri yaşatmak istemediklerini dile getirmeye başladılar:

“Babam hep döverdi. Ama ben yapmamaya çalışıyorum. Hâlâ etkisinden kurtulamadım; çoğu zaman uykudan irkilerek uyanıyorum ama çocuklarımın da aynı acıyı yaşamasını istemiyorum.”

“Benim için zor olsa da öğrendiğim yanlış şeyleri çocuklarıma vermemek çok önemli.”

Bu cümleler sadece bireysel farkındalığı değil, kuşaklar arası aktarılan ebeveynlik tutumu ve anlayışında bir kırılma yaşandığını da gösteriyor.

Farkındalık Arttıkça

Zamanla babalar, çocukların davranışlarına da farklı bakmaya başladı; neden-sonuç ilişkisi kurmaya ve empatik yollarla çözüm aramaya yöneldiler:

“Oğlumun bana karşı çıkmasını artık daha iyi anlıyorum. Fikirlerini söylüyor çünkü büyüyor. Önceden korkuyordum ama şimdi farklı bakıyorum. Onu görmek, dinlemek bana da iyi geliyor.”

“Mahremiyetin ve sınırların hem anneden hem babadan öğrenildiğini anladım. Bu konuda bizim de sorumluluğumuz varmış.”

Bazı erkek danışanlar, çocukları için bireysel psikolojik destek taleplerinde bulunmaya başladı. Bu, yalnızca çocuğa duyulan ilginin değil, sorumluluğun da paylaşıldığının göstergesiydi.

Ortak Sorumluluk

Program boyunca edindiğimiz deneyim, bize açıkça şunu söylüyor: Çocukların sağlıklı gelişimi, yalnızca annelerin omuzlarına yüklenemez. Anne ve babanın birlikte, bilinçli ve destekleyici biçimde sorumluluk alması çocukların sağlıklı birer yetişkin olmaları için en güçlü zemini oluşturur.

Erkek danışanlarla yürüttüğümüz bu çalışmalar, babalık anlayışında dönüşümün mümkün olduğunu gösterdi. Duygularını tanıyan, anlayarak ifade eden, geçmiş deneyimlerini sorgulayan ve çocuklarına kulak veren bir babalık modeli, yalnızca aile içinde değil, toplumda da dönüştürücü bir rol oynayabilir. Dolayısıyla ortak sorumluluk, gerçek dönüşümün anahtarı diyebiliriz. Gerçek dönüşüm ise, küçük adımlarla, farkındalıkla başlıyor, büyüdükçe, geliştikçe yalnızca bireyleri değil nesilleri etkiliyor.

Yazan: Erdal Yıldırım
Psikolog / Şanlıurfa

Editör: Gözde Kazaz
İletişim Uzmanı / İstanbul

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left