12 Haziran Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü yaklaşıyor. Çocukların çalıştırılmasının nasıl derin bir sorun olduğunu, insanın çocukluğunda yaşadığı bu deneyimin onda nasıl izler bırakabileceğini anımsamak için bu özel gün iyi bir vesile. Ben de 12 Haziran’ın yaklaştığı şu dönemde sizinle kendi hikayemi, bu soruna birebir tanıklığımı paylaşmak istiyorum. Benim hikayem binlerce çocuğun mevsimlik tarım sahasında yaşadığı hikayelerle benzer. Maalesef zaman değişse de büyüdüğümüz bu coğrafyada çocukların mevsimlik tarım alanlarında hikayeleri ve deneyimleri değişmiyor, benzer kalıyor.

Ben Turan Burun. Bundan 13 yıl önce güneşin kavurucu sıcaklığı henüz tepemizdeyken, ailem bir ay öncesinden hazırladığı çadırları ve erzakları bir kamyona yüklüyordu. Genellikle tanıdık aileler bir arada bu yolculuğa çıkar, tıpkı bizim gibi. 5-6 ailenin çadırları ve erzakları yüklendikten sonra biz de kamyona bindik ve üstümüz bir çadır ile kapatıldı. Tabii çocuktuk, bu durum bizim için heyecan vericiydi. Öte yandan yol ilerledikçe güneşin sıcaklığı çadırın altında nefes almamızı zorlaştırıyordu. Ara ara kafamızı çıkarıp bir taze nefes alıyor, yola bakıyorduk ama bu durum da çok riskliydi. Çünkü herhangi bir polis ya da jandarma kontrol noktasında yakalanmamamız gerekiyordu. Yaklaşık 16 saat süren yolculuğun sonunda çalışacağım yere vardık. İşte asıl hikaye de orada başladı.

 

Biz çocuklara, başka bir şehre yolculuk eğlenceli geliyordu. Ne de olsa ilk defa göreceğimiz bir yere gidiyoruz, üstelik bir sürü yaşıtımızla aynı yerdeyiz… İlk defa göç yoluna çıkan bir çocuk, bu yeni macerayı hayallerle kurguluyor. Evet, bir maceraya atılıyormuş gibi hissediyorsun. Kahramanı olduğun bir serüven… Ancak uzun süre bu oyunun içinde kalabilmek pek mümkün değil. Hayat ve sırtınıza binen yük hayli gerçek, hayli ağır. Benim için de bu oyun, ertesi gün sabah saat 6’da tarlaya gitmek için uyandırıldığımda son buldu.

Hızla yapılan sabah kahvaltısından sonra traktörlerle çalışacağımız tarlaya doğru yola çıktık. Büyüklerimiz devamlı bize “siz büyüdünüz ve çalışmalısınız” diyerek kendilerince bizi karşılaşacağımız zorluklara hazırlıyordu. Darboğaz, geçim sıkıntısı… Eli iş tutan herkes iş başı yapmalı… Sonuçta bir yevmiye bir yevmiyedir. Büyüklerimizin aklından geçenler bunlardı; çocuklarının geleceğinden önce bugünün ihtiyaçları geliyordu. Tarlada yaklaşık 12 saat çalışıyorduk ama fiziksel olarak yetişkinler kadar güçlü değildik. Onlar kadar hızlı olamıyor, onlar kadar çok ürün toplayamıyorduk. Bu defa da bizi yarım yevmiye vermekle korkuturlardı. Henüz 11 yaşındaydım.

Bütün gün tarlada çalışmanın verdiği yorgunlukla işten dönünce oyun oynamaya ya da koşuşturmaya mecalimiz kalmazdı, çünkü biliyorduk ki ertesi gün de saat 6’da uyanıp tarlaya gitmek zorundayız. Tarla dönüşü yıkanma, temizlenme, akşam yemeği, bir iki sohbet derken gün biterdi, yatma vakti gelirdi. Çadırda yer yatağı serilir, tüm aile bir yerde yorgun bedenlerimizi uykuya bırakırdık. Ertesi gün aynı döngü, sil baştan…

Çocukluğuma dair mevsimlik tarım alanlarından hafızamda derin iz bırakan birkaç şeyi paylaşmak istiyorum. Aklımdan çıkmayan ilk şey, tarla sahiplerinin bize getirdiği sakızlar... Ben sakızları biz çocukları mutlu etmek için getirdiklerini sanırdım ve gerçekten de çok mutlu olurdum. Fakat sonra öğrendim ki bu sakızlar aslında topladığımız fındıklardan yemememiz içinmiş. Unutmadığım başka bir şey de, yağmur yağdığında çalışmayışımız çünkü bu beni mutlu ederdi. Tabii o zamanlar küçüktük, bedenimiz dayanıksızdı ve hasta olmayalım diye bizi çalıştırmıyorlar sanırdım. Oysa çamurlu alanda işimizin verimi düştüğü ve toplanırken fındıklar çamura bulandığı için paydos yapılıyormuş. Son bir şey daha var ki, nedense o çocuk hâlimle benim çok ağrıma gitmişti: tarla-bahçe sahipleri bizimle aynı bardaktan su içmezdi. Oysa biz işçiler, suyu tek bardak ve sürahi ile ya da şişeyi dolaştırarak paylaşırdık. Öyle bir ortamda herkes aynı bardaktan su içerken birine özel olarak temiz bardak getirilmesi, beni çok incitmişti. Bugün o tabloya elbette neyin neden olduğunu daha net anlayarak bakabiliyorum. İkram ettiğimiz yiyeceklerden asla alınmaması, sohbet ortamından kaçınmalar ve bir çocuğun bile hissedip rahatsız olabileceği ötekileştirici bakışlar…

Benim hikayem eğitimime devam edebilmemle değişti. Biz şanslı olanlardandık. Bu döngünün içinden başka türlü çıkamazdık. Nesilden nesille aktarılan bir yoksulluk ve tarladan tarlaya uzanan bir göç döngüsü bu.

Şimdi ise Hayata Destek Derneği’nin UNICEF tarafından desteklenen ve kırılgan kesimlerde çocuk koruma risklerinin azaltılması hedeflenen projesi kapsamında  Psikososyal Destek Saha Çalışanı olarak görev alıyorum. 2018'de Zonguldak'a, mevsimlik tarım sahasında çocukları güçlendirmek için psikososyal destek çalışmaları yapmak üzere yola çıktığımda size anlattığım, kendi hikayem aklımdaydı. Aynı sahada şu an başka çocuklar çalışıyordu. Koşullar, şartlar ve imkanlar değişti mi diye merak içindeydim. Fakat 13 sene önce yaşadığım bütün sorunların olduğu yerde öylece durduğunu gördüm. Çocuklara hâlâ sakız alınıyor, yağmurda çalıştırılmıyorlar ve tarla-bahçe sahibi işçilerle aynı bardaktan su içmiyor. Bir araya geldiğim çocukların hikayesi, benim hikayem.

Çocukların tarım sahalarında değil; okulda, sokakta, parkta oyun oynamaları gerekiyor ve eğitimlerine devam edebilmeleri için bu döngünün içinden çıkarılmalılar. Çocukların çocukluğunu yaşayabilmesi, temel haklarına erişebilmesi, okula devam edebilmesi, bütünsel olarak desteklenmesi ve çalıştırılmaması için kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve bizlere; yani size, bize, onlara, herkese sorumluluk düşüyor. Yaşı yetişmeden yetişkin olmak zorunda kalmamaları için çocukların en temel haklarına erişimlerinin yolunu açmalıyız. Bu 12 Haziran’da çalıştırılan çocukların fiziksel ve psikolojik olarak aldığı hasara siz de ses çıkarın.

Çünkü bu iş çocuk oyuncağı değil.

 

Turan BURUN
Hayata Destek Saha Çalışanı
Şanlıurfa, Viranşehir

 

Editör
Çiğdem Usta Güner

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left