“Çocuk meselesi sadece şefkat meselesi değildir. Diplomatlara göre çocuk meselesi bir nüfus meselesidir. Sosyologlara göre bu bir toplumsal meseledir. Doktorlara göre umumi sağlık meselesidir. Terbiyecilere göre bir pedagoji meselesidir. Çocuk meselesi yalnız başına bunların hiçbiri değildir. Çocuk meselesi bunlardan daha kapsamlı bir meseledir.
Memlekette: yetim çocuklar; analı babalı ama muhtaç çocuklar; hasta çocuklar; sokaklara atılan çocuklar; hırsız çocuklar; evlerdeki ahretlikler; oyundan, havadan mahrum çocuklar; dayakla büyüyen çocuklar; küçük yaşta ağır işlerde çalıştırılan çocuklar; veremli çocuklar; dilenci çocuklar; dimağen geri kalmış çocuklar; okumadan mahrum çocuklar; anneleri işte çalışan çocuklar; pislik ve sefalet içinde büyüyen çocuklar; sokaklarda yaşayan serseri çocuklar; istismar edilen çocuklar; köy çocukları, köy mektepleri; cahil anneler elinde büyüyen çocuklar; fuhşa düşen çocuklar gibi birçok çocuk meselesi vardır. İşte Çocuk Haftası'nın gayesi, milleti bu meselelerle yakından alakadar etmektir.”
Cumhuriyet Gazetesi, 25 Nisan 1929, s.2
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk milli bayramı olan 23 Nisan tarihinin, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak tarihe geçmesi, aslında genç cumhuriyetin sosyal devlet vasıfları nezdinde en önemli kurumlarından birinin, Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) bu günü sahiplenerek yürüttüğü kampanyalar sayesinde mümkün olmuştur. 1926 yılında Cemiyet tarafından ilan edilen Çocuk Bayramı, 1929’da bir haftaya yayılan etkinlikleri kapsayacak şekilde Çocuk Haftası haline geldi. Bu hafta boyunca yapılan etkinliklerde esas amaç ise çocukların birkaç gün eğlendirilmesinden ziyade, toplumun farklı kesimlerinde ortaya çıkan ve can alıcı boyutlarda seyreden, çocuklara dair sorunlara dikkat çekmekti. O günün Türkiye’sinde mevzubahis edilen sorunları Cumhuriyet Gazetesi’nin yukarıda alıntıladığım editoryal yazısında görmek mümkün. Peki ya bugün, bugün bu sayılan hususlarda ne kadar yol kat ettik dersiniz?
1929 yılındaki Çocuk Haftası’nda dört bin çocukla toplanan Çocuk Kurultayı TBMM’den şu taleplerde bulunmuştu:
“Her çocuğa eşit gıda, sağlık ve hayat,
çocukların dilenmesini yasaklayan kanunların şiddetle tatbik edilmesi,
küçük çocukların hamallığına, yük taşımasına mani olunması,
her çocuğa okul ve sokaklarda yatan çocuklara çatı isteriz.”
Burhanettin ve Sevim adlı iki çocuğun, ‘başkanlık’ adıyla imzaladığı bu istemlerin üzerinden 90 yıla yakın zaman geçti. 90 yıl sonra, tam da 23 Nisan’a denk gelen şu günlerde on binlerce çocuk evlerinden, okullarından uzaklaşıp yola çıkıyor. Üstelik bu yolculuk yokluğa, yoksulluğa, sefalete uzanıyor… Onlar gezici mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları. Yıllar önce, bu çocukları anarken ‘tarımın görünmez çocukları’ diye başlık atmıştım da şair dostum Dr. Uğurlu ‘görünmez’e, ‘görmezden gelinen’ diyerek haklı bir sıfat eklemişti.
Bugün 23 Nisan. Yıllar, yıllardır ‘görünmez’leştirilen, ‘görmezden gelinen’ çocukları görmenin tam da sırası. Onlar şu sıralarda, iki parça eşyalarını yüklenmiş, aileleriyle yola revan olmaya hazırlanıyor. Bir kısmı çoktan yollarda. Okullarını bırakıyorlar. Başta Şanlıurfa olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan, Türkiye’nin dört bir tarafına dağılacaklar. Üstelik bu defa bir salgın illeti de başımızda…
Harran Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Koruk’un çalışmasından yararlanarak aktaralım; en az üç, kimileri için sekiz ay sürecek bir yolculuk bu. Yaklaşık yarısı birden fazla ilimizde aileleriyle beraber tarlalarda, meyve bahçelerinde, seralarda çalışacak. Hepsi, dünya genelinde sayıları 150 milyonu aşan -‘görmezden gelinen akranları’- çalıştırılan çocuklar gibi yoksul emekçilerin çocukları. Bizim ülkemizdeki sayıları tam olarak bilinmiyor ama mevsimlik tarımda işbaşı yapan çocukların sayısının beş yüz bine yakın olduğu tahmin ediliyor. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar, çalıştırılacaklar. Anneleri tarlada yeni kardeşlerini doğuracak. Sağlıksız, aşısız büyüyecek yeni kardeşleri. Temel eğitimin zorunlu olmasına aldırılmadan, okullarından ayrılacaklar ya da ‘devam etmiş’ler gibi yapılacak. Ortalama %12’sini, ağırlıkla tarım makinelerinden kaynaklanan iş kazaları bekliyor.
Çocuk ve iş kazası? İkisi bir arada kulağa ne kadar garip geliyor değil mi?
Yılan, akrep, böcek sokacak, güneş çarpacak, yanacaklar; tarım ilaçlarıyla haşır neşir olacaklar. %85’i ishal, %54’ü bağırsak parazitleri ile boğuşacak. Naylon-bez çadırdan geçici evlerinde, tarlalarda; sağlıktan eğitime, temiz sudan tuvalete, oyundan beslenmeye kadar türlü alanlarda türlü yoksunluklarla dolu bir ortama; bizim duymaya, okumaya tahammül edemediğimiz ama onların aileleriyle, kardeşleriyle sonuna kadar göğüs germek zorunda oldukları ağır ve acımasız yaşam koşullarına doğru yola çıkıyorlar.
Bayram tüm çocukların bayramı değil mi? İyi niyetli, başarılı mobil sağlık ve eğitim projeleriyle çok azına ulaşılan bu çocuklarımızın tümüne ulaşmak zorunda değil miyiz?
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasında koordinasyon görevini üstlenen Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, ilgili Valilikler, Belediyeler ve konuyu gündeme olanca açıklığıyla taşıyıp, zorlayacak sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel basın yayın kuruluşları, kolluk kuvvetleri, kısacası herkesin, hepimizin bu çocukları koruma yükümlülüğü var.
2020’nin 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda bu çocuklarımızı da görüp, güçlü çözüm adımlarını atmaya başlamalıyız. 90 yıl önce çocukların dile getirdiği taleplere biz yetişkinler olarak bugün hala hakkıyla cevap verebilmiş değiliz. Öte yandan neyin, nasıl yapılması gerektiği de hayli ortada. Mesele üç maymunu oynamamak, hem kurumlar hem de bireyler nezdinde sorumluluktan kaçmamakta. Her bir çocuğun yüzünün aydınlandığı gelişmeleri karşılayacak yarınlar umuduyla, iyi bayramlar…
Bülent İLİK
Sosyal Hizmet Uzmanı
Yazıyı okuduğunuz ve buraya kadar geldiğiniz için teşekkürler. Şimdi hazır buradayken hayata destek olabilirsiniz.