Üniversite eğitimimi tamamladığım Ankara’dan Alaplı’ya ilk defa mesleğimi icra etmek için gidiyordum. Küçükken fındık işçisi bir çocuk olarak çalışmaya geldiğim Düzce’den geçerken bu sefer çocuk işçiliğiyle mücadele eden bir projede sosyal hizmet uzmanı olarak çalışacak olmam tarifsiz bir mutluluk katıyordu yolculuğuma.

Çocukluğumda olduğu gibi yine merakla pencereden yeşil doğayı izliyor, küçüklüğümde geçtiğim yerleri anımsamaya çalışıyordum. Alana çıktığımız ilk günlerde, benimkine benzer, gelişmeye açık, umut dolu sonuçlara gebe onlarca öyküyle karşılaştık.

Bunlardan biri de Zeynep’in öyküsüydü. Zeynep, Adanalı mevsimlik tarım işçisi Roman bir ailenin 12 yaşındaki kızı. Alan taramasına çıktığımız ilk gün, yüz boyama etkinliğinde tanışmıştık onunla. Daha sonra yaptığımız düzenli psiko-sosyal destek aktivitelerine de katılmayı ihmal etmedi. Onunla bu etkinlikler sırasında sohbet etme fırsatı bulduk. Adana doğumlu olduğunu, orada doğduğunu ama yaşamadığını, arada yalnızca ziyarete gittiklerini söyleyerek hikayesine başladı Zeynep. Ve devam etti, İstanbul’da kirada yaşıyorlar, babası ve abisinin İstanbul’da karton toplayarak onlara baktığını anlatıyor bize. Ona ilerde ne olmak istediğini sorduğumuzda, “Bizim ailenin mesleği belli, ben de babamlar gibi tarlada çalışacağım ve eve döndüğümüzde de karton toplayacağım,” diyerek yoksulluk döngüsünü, üniversite hocalarını kıskandıracak sadelikte tek seferde özetliyor bize. Sonra İstanbul’dan Alaplı’ya uzanan macerasını anlatmaya başlıyor: “Akşama doğru önce yemek yedik, eşyaları araca yerleştirdik sonra biz de bindik ve yolculuk başladı. Arabadan dışarıyı iyi göremiyordum. İçeride çok eşya olduğu için camlar yüksekte kalıyordu, dışarıyı az görüyordum. Çok ışık vardı dışarıda. Binalar yüksekti o yüzden görebiliyordum ışıklarını. Ama filmlerdeki o asma köprüyü gördüm, çok büyüktü. Denizi de biraz gördüm, kocamandı. Sonra her yer karanlıktı. Binalar bitti, ışık da yok oldu. Artık dışarıya bakmadım, buraya gelene kadar uyudum. Gece buraya geldik büyükler çadırları kurdu. Ben dışarıda uyudum ilk gece. Burası İstanbul’dan daha güzel ama işte evimiz yok be abi. Ben yağmuru çok seviyorum ama çadırımız ıslanıyor diye yağmasını istemiyorum. Dün gece yağmur yağdığı için hiç uyuyamadık. Burası akşam çok güzel oluyor. Ben İstanbul’da yıldızları görmüyordum ama burada çok var, akşam onlara bakıyorum hep, çok güzeller.”

Zeynep her ne kadar içinde yaşadığı zorlu koşulların farkında olsa da bu yolculuğu çocuk hayal gücüyle süsleyerek anlatıyor bize. Çünkü o da biliyor “BU İŞİN ÇOCUK OYUNCAĞI OLMADIĞINI”; güvenli alanlarda, sağlıklı bir şekilde, okula giderek ve oyun oynayarak çocukluğunu geçirmesi gerektiğini.

Zeynep’in öyküsü sadece bir örnekti, onunla benzer yaşantısı olan onlarca çocuk vardı aynı çadır alanında. Umut verici olan ise çocukların kendi öykülerinin henüz girizgahında olmaları. Bu hikayelerin her biri bambaşka yerlere evrilerek devam edebilir.

Saha çalışmalarımızın ortalarında Zeynep biraz da ürkekçe “hemşire olmak istiyorum,” diyordu, bir aylık çalışmaların sonlarına doğru kendinden emin bir şekilde “hemşire olacağım,” demeye başladı. Yaşadığı şartlar, ailenin sosyoekonomik durumu ve diğer etkenlerin onun geleceğine ne yönde etki edeceği konusunda yorum yapmak oldukça zor. Ancak gerçek olan onun geleceğe yönelik hayallerinin, hedeflerinin olması.

Çadır alanında elektrik olmadığı için geceleri çok karanlık oluyordu ortalık. İçme suyunu çadır alanın dışında bulunan bir tulumbadan alıyordu işçiler. Su taşıma ise çoğunlukla çocukların işi olarak görülüyordu. Sabahları onları okula getirmek için gittiğimiz çadır alanında çoğu zaman ellerinde su bidonlarıyla çeşme yolunda karşılıyorlardı bizi. 12 yaş ve üzeri çocukların büyük çoğunluğu tarlada çalıştırılırken, işe gitmeyen çocuklar ise görünmeyen bu gibi işlerde çalışıyordu. İşçilerin kaldığı çadır alanı köyden gelen atıkların karıştığı kirli bir dere suyunun hemen kenarında bulunuyordu. Bu dere bir yandan sağlık açısından risk taşırken öbür yandan boğulma vakalarına zemin hazırlıyor ve çadır alanına taşma riski taşıyarak can ve mal güvenliği açısından tehlike yaratıyordu. Dere aynı zamanda sivrisinek gibi hayvanların çoğalmalarına uygun ortam oluşturuyordu. Çocukların kol ve bacaklarındaki izler bu sorunun hiç de azımsanmaması gerektiğine işaret ediyordu.

Bu sene fındık az olduğu için Alaplı sahasındaki çalışmalarımızda kısa sürdü. Bu kısa ve zorlu sahada etkili bir çalışma yapmak elbette kolay değil. Sadece kısa dönemli saha çalışmalarıyla çocukları tamamen işten koparmak ise neredeyse imkansız. Öte yandan onları kısa süreliğine de olsa işten çekmek, onlara çocuk olduklarını ve haklarını hatırlatmak, onlarla eğlenceli zaman geçirmek, hayallerini ifade etmelerine aracı ve tanık olmak, geleceğe yönelik farkındalıklarına katkı yapmanın ise hayli değerli olduğuna inanıyorum. Çocuklar bu kısa saha deneyiminde paylaştıklarıyla bana çok şey öğretti.

Umuyorum bir gün, Zeynep hemşire ile bambaşka bir yerde tekrar karşılaşırız.

 

Recep Argunağa

Mevsimlik Tarımda Çocuk Koruma Programı, Hayata Destek Saha Çalışanı

Alaplı, Zonguldak, Ağustos, 2018

 

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left