Kadınlığın üstüne eklenen farklı kimlikler, hele de bu kimlikler ayrımcılığa maruz bırakılıyorsa, hak ve hizmetlere erişimin önüne set çekebiliyor. Kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi savunduğumuz 16 Gün Aktivizmi kapsamında, kadın çalışmalarından gözlem ve tespitlerini Diyarbakır ekibimizden Ebru Demir aktarıyor.

Ben bir sosyal hizmet uzmanıyım. İşim gereği, ‘vaka yönetimi’ dediğimiz süreçleri yürütüyorum; yani danışanlarımızın hak ve hizmetlere ulaşabilmesi için onlara bütüncül bir şekilde destek olmaya çalışıyorum. Özellikle kadınlarla olan çalışmalarımı ise, teknik bir süreçten öte, bir destek çemberinin kurulması ve güçlendirilmesi olarak görüyorum. Çünkü biliyorum ki dünyanın her yerinde kadının maruz bırakıldığı eşitsiz yaşam şartları,  benzer toplumsal kalıplardan kaynaklanıyor. Sosyal hizmet uzmanı bir kadın olarak biliyorum ki, destek olmaya çalıştığım kadınların yaşadıklarına benzer sorunlara gündelik hayatta ben de tanık olabilirim, maruz bırakılabilirim. Elbette bu yazının ilham kaynağı, destek çemberinin asıl öznesi olan hayatta kalan kadınlar. Seslerine kulak verdiğim her kadına hikâyelerini paylaştıkları için teşekkür ederim.

Hayata Destek’in Kadınların Adalete (Hak ve Hizmetlere) Erişiminin Güçlenmesi Programı kapsamında geçtiğimiz Eylül ayında yapılan toplantıda ‘kesişimsellik’[1] kavramı bağlamında paylaşımlarda bulunduk. Bu toplantıda konuştuğumuz sorunlardan biri de, kişilerin farklı kimliklerinden dolayı maruz bırakıldığı damgalanmalardan kaynaklanan hak ihlalleri ve beraberinde gelen, hizmetlere erişmedeki engeller ya da potansiyellerinin desteklenmemesiydi. Toplantıda çıkarımımız şu oldu; kişide/topluluklarda kimliklerine yönelik damgalanma sayısı arttıkça, ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacak araçlara erişme gücünü bulması neredeyse imkânsızlaşıyor. Örneğin kabul gören ikili cinsiyet sisteminin dışındaysanız (LGBTİ+) ve üstüne mülteciyseniz, Türkiye’de statü sahibi değilseniz; bütün bu farklı kimlikleriniz yüzünden ayrımcılığa uğrama riskiniz daha yüksek oluyor. Bunun tersi ise ancak dayanışmayla, karşılıklı kabulle mümkün. Toplumsal cinsiyet alanında damgaya, şiddete maruz bırakılmış kişilerin, benzer deneyimlerden (kadın olmak, mülteci olmak, Türkçe bilmemek, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz bırakılmak gibi) kaynaklı empatiyle birbirini kolayca anlaması bu dayanışmayı daha mümkün kılıyor.

İki ayrı örnek üzerinden gidelim. Yukarıda bahsettiğim toplantıda deneyim aktarımı yapan Hayata Destek gönüllüsü bir kadın, kızının bu yıl üniversiteye yerleştiğini, ancak üniversite öğrencileri tarafından aktif kullanılan Whatsapp grubuna kızının Suriyeli olduğu gerekçesiyle alınmadığını dile getirdi. Yani eğitim düzeyi yüksek, dil bilen, haklarının farkında olan bir kadın olmanız ‘makul görülmeyen’ kimlikleriniz nedeniyle dışlanmanızı engelleyemiyor.

Diğer örnek ise dayanışma kabilinden… Afganistanlı bir kadınla, aynı dili konuşmasalar da ortak bir zorunlu göç hikâyesine sahip Hayata Destek gönüllüsü başka bir kadının dayanışma bağıyla ilgili. Kadın olmak, egemen dili bilmemek, yabancı bir ülkede ayakta kalma mücadelesi, yalnız ebeveynlik… Gönüllümüz olan kadının kendi yaşadığı yerde diğer kadına ev bulması, hiçbir gelir kaynağı ya da sosyal desteği olmadığı durumda ona temel ihtiyaçlarına erişmesi için destek olması, güçlü bir dayanışma, destek ilişkisini ortaya koyuyor. Bunu mümkün kılansa iki kadının kesişen hikayeleriyle kurdukları karşılıklı empati.

Bahsettiğim destek ağlarına erişemeyen mülteci kadınlar için, ‘kesişimsellik’ kavramıyla düşünecek olursak, haklara erişim sorunları katmerleniyor. Suriye’deki savaşın başlamasının üzerinden 11 yıl geçti. Yani yaşadığı yerden göç etmek zorunda kalmış kadınların çoğu 11 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Bu kadınların büyük çoğunluğu, Suriyeli mülteci oldukları için Türkiye’de tanımlı haklardan faydalanamayacaklarını düşünüyor. Hele şiddetin faili Türkiye vatandaşı bir erkek ise, kadın hakkına erişmeye çalışmanın sınır dışı edilme riskini dahi beraberinde getirebileceğini düşünüyor. Çünkü doğru bilgiye erişmek için başvuru mekanizmaları kısıtlı. Çok dilli hizmete erişimin olmaması, Türkçe bilmeyen kadınların destek almasının önündeki önemli bir engel. Kesişimsellik kavramı üzerinden ele alırsak bu kadınlar; hem kadın hem Suriyeli kadın hem egemen dili bilmeyen kadın hem geçim kaynaklarına erişemeyen kadın gibi uzayıp giden çoklu bir dezavantajlılık halinde yaşıyor ve buna bağlı ortaya çıkan ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor. Hal böyleyken Hayata Destek’te kadınlarla çalışmayı salt bir koruma müdahalesi olarak düşünemiyorum. Çünkü bu kadınlara sunduğumuz destek mekanizmasını, sahiden bir dayanışma alanı olarak görüyorum.  

Türkiye’de tanımlı haklara tüm kadınların erişimi oldukça zorlu. Öte yandan, bu zorluklar elbette haklardan vazgeçmek anlamına gelmiyor. Aksine, herkesin sahip olduğu hakka eşit bir şekilde erişmesi için daha ısrarcı olmamız, dayanışma ve savunuculuk alanında daha fazla çaba harcamamız gerekiyor.

Ebru Demir
 Sosyal Hizmet Uzmanı, Diyarbakır

Editör: Çiğdem Güner
Hayata Destek İletişim Yöneticisi


[1] Kesişimsellik cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf, ırk, ulus, engellilik ve yaş/kuşak gibi kategorilerin birbirinden bağımsız kategoriler olarak ele alınamayacağını vurgulayan bir yaklaşımdır. Karmaşık toplumsal eşitsizliklerin bu farklı tahakküm hatlarının iç içe geçmesiyle oluştuğunu tespit eder ve bunu tek bir teorik ve metodolojik çerçevede analiz etmeye çalışır. Başka bir deyişle kesişimsellik, farklı güç ilişkilerinin birbirine eklemlenmesiyle oluşan özgül ezilme biçimlerini açığa çıkarmaya ve bu şekilde ortaya çıkan kimliklerin karmaşıklığını anlamaya yönelik analitik ve politik bir araç sağlar. Daha fazla bilgi için: https://feministbellek.org/kesisimsellik/

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left