Azize 40 yaşında. Doğma büyüme Viranşehirli. Ancak Viranşehir’in yaz aylarını pek de yaşamamış; konar-göçer düzenden çıkıp yılın tamamını memleketinde, evinde geçirmeye başlaması daha yeni. Yedi kardeşin en küçüğü. Hiç evlenmemiş fakat abilerinin mürüvvetlerine katkısı büyük olmuş. Babası iki yıl önce vefat etmiş. Bugün küçük bir bakkal dükkânı işleterek annesiyle beraber yaşayıp gidiyorlar.

Azize, Şanlıurfa’nın Viranşehir bölgesindeki birçok hane gibi hayatını mevsimlik tarım işçiliğinden kazanan bir aileden geliyor. Tarlada çapa sallamaya çok küçük yaşta başlamış. Daha dün gibi hafızasında taze… Sabahın 5’inde, güneş daha doğmadan başlıyor gün. Her sabah bir telaş kahvaltı hazırlanıyor, anne-baba bir de yedi çocuk, en küçükleri Azize, kahvaltı niyetine iki lokma yiyip tarlaya yollanıyor. Soğuk başka dert, sıcak başka… Soğukta sabahın ayazı, sıcakta güneşinin kavuruculuğu bezdiriyor iş yaparken. Öğle arası bir saat yemek yeniyor, soluklanılıyor. İki lafın belini kırdın kıramadın, zaman doluyor. Sonra yeniden yüzler toprağa dönüyor, tarlanın bin türlü işi bitmiyor da bitmiyor. Mesai bitip akşam çadır alanına döndüklerinde de durmak yok kadınlara, kız çocuklarına. “Kız olduğunda yük biraz daha ağır” diyor Azize. Yemek, bulaşık, çamaşır çadır alanında hep kadınların görevi. Büyük kazanlarda su ısıtılıyor, çamaşır en meşakkatli işlerden biri. Yıkıyorsun bir dert, kurutması başka… Üç gün geçip de kurumayan çamaşırdan yakınıyor o günleri anımsarken. “Tarladan dönüşte erkekler otururlar, sohbet ederler, dinlenirlerdi ya da gider oyun oynarlardı; bizimse bir özel hayatımız yoktu” diyor Azize. En iyi ihtimal 4 tahta çakılıp üzerine naylon atılarak kurulan çadırları anlatıyor; “tuvalet, banyo hep çadırdaydı” diyor, mahremiyetten yoksun geçen günler yüzünü gölgeliyor. Kışın ormana fidan dikmeye gittiklerinde, bellerine kadar çamur içinde, sırılsıklam titreyerek döndükleri naylon çadırlarında soba yakışlarını da hiç unutmuyor. “Çok tehlikeliydi, hiç farkında değildik inan ki” diyor. Sonra hatıralarında mevsim kıştan yaza dönüyor; “o çadırlar yazın da hamam gibidir, içinde nefes aldırmaz vallahi” diyor.

img_0626

Çocuk yaşında tarladan tarlaya dolaşırken en çok zorlandığı işlerden birinin pamuk toplamak olduğunu söylüyor sonra, sesi buruk. Adana’nın uçsuz bucaksız pamuk tarlalarını iyi biliyor Azize. Yaz sıcağı altında, elleri yara bere içinde beyaz pamuğu dikenli çalıdan nasıl topladıklarını anlatıyor. “Şu tırnaklarımızdan kanlar çıkardı” diyor, “zordu, gerçekten çok zordu.”

Sonra çadır alanından tarlaya giderlerken aştıkları yolları anımsıyor. Unutamadığı bir hatırayı anlatmaya başlıyor: “Bir gün tarlaya gitmek için bindik römorka, demir bir beşik içinde 3-4 aylık bir bebek gördük. Anası bırakacak birini bulamamış, onu da yanında tarlaya götürüyor. Çok vardı böyle tarlaya bebeğini getirip bebek sırtında sarılı, eğile kalka çalışan kadın. Sonra duyduk, bebek içindeyken beşiği yol kenarında araba ezmiş, ölmüş yavrucak. Çok üzüldük hepimiz.” Sonra kendi yeğenlerini anımsıyor, çadır alanında nasıl büyüdüklerini…

Abilerinin düğün dernek işine de oradan geliyor sohbetimiz. “Viranşehir’de başlık parası vardır” diyor Azize, “beş abim var, her birini everirken bizim tarla işi daha da arttı, uzadı.” İşte bu nedenle kendisi evlenmese de çok emeği var Azize’nin abilerinin everilmesinde. Başlık parası, borç döngüsü içinde yazın çalışıp kışın borçlanan mevsimlik tarım işçisi aileler için ek borç anlamına geliyor. Yazın biriktirilen ve ucu ucuna kışı çıkarmaya yeten birikim, başlık parasına gidince ailelerin göç yolu uzuyor da uzuyor, eve dönüş bazen seneler sonra oluyor. İşte beş düğün yapmış Azize ve ailesi de bu döngüyü yaşamış zamanında. Azize bu nedenle mevsimlik tarım işinin yazını da kışını da iyi biliyor.

Türlü zorluklara rağmen neden mevsimlik tarım işine devam eder peki insan? Azize’nin cevabı kısa, net; “başka seçenek yoktu ki...” 40 yaşına varmışken hayatına şöyle bir baktığında dile getirdiği, içinde kalan ukde ise okul. Hiç okula gitmemiş Azize, fakat azimli kadın, kararını vermiş uğraşmış, okuma-yazmayı kendi kendine öğrenmiş. “En büyük üzüntüm okuyamamak” diyor, “okusaydım avukat olmak isterdim.” Adaleti, özellikle de kız çocukları için adil, eşit bir düzeni arzu ettiğini ifade ediyor. Kendi hikâyesinden yola çıkarak sesleniyor; “çocuklarınızı, özellikle de kız çocuklarınızı n’olur okutun.”

Çiğdem Güner
Hayata Destek İletişim Yöneticisi

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left