10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde iklim krizinin insan haklarına olan etkilerini değerlendirdik. Çünkü iklim adaleti, aynı zamanda bir insan hakları mücadelesi. Araştırma ve Politika Uzmanımız Kevin John Pulley, iklim kriziyle mücadeledeki deneyimlerimizi, insan haklarını merkeze alan çözümleri aktarıyor.
İklim krizi bugün gezegenimiz ve tüm canlılar gibi, insanlar için de en büyük tehditlerden biri. Dünyanın dört bir yanında iklim değişikliğinin yol açtığı afetler, yaşam hakkı, sağlık hakkı, gıdaya, suya, hijyene, insanca yaşam standartlarına erişim gibi temel hakları doğrudan etkiliyor. Doğal afetlere son derece açık bir ülke olan Türkiye'de, bu gerçeklik her geçen gün daha da somutlaşıyor.
Son yıllarda Türkiye’de artan seller, orman yangınları, sıcak hava dalgaları ve kuraklık gibi doğal afetler tarımı, gıda üretimini, barınmayı ve sağlığı ciddi şekilde tehdit etti. Tüm bu olaylar, iklim krizinin yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda derin bir insan hakları meselesi olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’nin İklim Krizi ile Mücadeledeki Adımları
Türkiye, 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’nı onaylayarak iklim krizi ile mücadelede daha kararlı bir duruş sergilemeye başladı. Bu süreçte, İklim Değişikliği Başkanlığı kuruldu; 2024-2030 İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı hazırlandı. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne sunulan Ulusal Katkı Beyanı güncellendi. Türkiye, 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını %41 azaltmayı hedefleyen yeni bir yol haritası belirledi.
2022’de düzenlenen ilk İklim Şurası ise kamu kurumları, üniversiteler, özel sektör ve sivil toplumdan yaklaşık bin temsilciyi bir araya getirdi. Ancak, bu şurada afetlere müdahale eden insani yardım aktörlerinin (örneğin AFAD ve Türk Kızılayı) doğrudan katılımına dair açık bir vurgu yer almadı. Oysa iklim krizinin yarattığı felaketlere ön safta müdahale eden insani yardım kuruluşlarının bu tartışmalarda yer alması hayati bir önem taşıyor.
Afet Risk Yönetimi ve İklim Politikalarında Yerelleşme Perspektifi
Deneyimlerimiz gösteriyor ki bugün iklim kriziyle mücadele için geliştirilen iklim politikaları ve afet risk yönetimi çalışmaları birbirinden bağımsız düşünülebilecek koular değil. Geleneksel olarak insani yardım kuruluşları, iklim bağlantılı afetlerde, afet sonrası acil yardım çalışmaları kapsamında barınma, gıda, su gibi temel ihtiyaçları karşılayan kurumlar olarak, yani afetten etkilenenler için ‘son çare’ olarak görülür. Ancak, acil durum operasyonu kapsamındaki bu müdahaleler genellikle kısa vadeli çözümlerle sınırlı kalır. Oysa bu kurumların afete hazırlık sürecine katkı sunabilecek kıymetli bir deneyim ve bilgi birikimi vardır. Öte yandan, Türkiye’deki insani yardım kuruluşlarının iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimi odaklı projelere dahil olma oranının hala düşük olduğunu görüyoruz. İhtiyacımız olan öncelikle bu dahiliyeti artırmak; kolektif bir akılla sivil toplum, kamu ve özel sektörü bu mücadelede yan yana getirmek.
Bu noktada Hayata Destek Derneği olarak iklim kriziyle mücadele çalışmalarında sahada uyguladığımız ve etkisini açıkça gözlemlediğimiz bir stratejimizi paylaşmak isterim. Hayata Destek, 2005’ten bu yana insani yardım çalışmalarında sel, orman yangını ve depremlere müdahale ederek acil yardım faaliyetleri yürütüyor. Yaşanan afetin ardından iyileştirme ve afete hazırlık çalışmalarında temel ilke, yereldeki toplulukların güçlenmesine destek sunarak, afete dayanıklı bir toplumun zeminini oluşturabilmek. Bu hedefe yönelik 2022 yılında, Kastamonu’daki sel bölgesi ve Marmaris, Manavgat’taki orman yangını bölgelerinde yerel toplulukların kendi ihtiyaçları çerçevesinde hazırladıkları, afetlere dayanıklılığı artırma odağındaki projeleri mikro-hibelerle desteklediğimiz ‘Yerelin Liderliğinde Güçlenme’ programını başlattık. Topluluk liderliğinde kriz müdahalesi yaklaşımının Türkiye’deki bu ilk uygulaması, iklim kriziyle mücadele çalışmalarında önemli bir model oldu. Program, 2023 yılında 6 Şubat Depremleri ardından afet bölgelerinde de uygulandı, 300’den fazla yerel proje fonlandı ve başarılı sonuçlar elde edildi.
Hayata Destek bugün afet risk yönetiminde yerelleşme stratejisiyle, afetlere dayanıklı bir toplum inşasının önemini vurgulayarak savunuculuk ve koordinasyon çalışmalarını sürdürüyor. Küresel insani yardım sisteminde gittikçe anaakımlaşan yerelleşme perspektifinin Türkiye’de daha geniş biçimde ele alınması, iklim kriziyle mücadele ve afet risk yönetiminde daha etkin yerel toplulukların varlık göstermesini sağlayacak etkili bir yöntem. Deneyimlerimiz gösteriyor ki bir afet durumunda ilk müdahale eden, afetin yaşandığı bölgedeki halkın bizzat kendisi oluyor. Afete hazırlık çalışmalarında yerelleşme, işte tam da bu yerel toplulukların etkili müdahale ve dayanıklılık kapasiteleri güçlendiriyor, birlikte hareket etme pratiklerini geliştiriyor. İklim kriziyle mücadelede, yaşadığı çevreye dair farkındalığı yüksek, birlikte müdahale deneyimine sahip bu yerel topluluklar kuşkusuz en etkili özne olacaktır.
Ortak Çözümler için Ortak Yol Haritası
İklim kriziyle mücadelede çok paydaşlı bir işbölümü gerektiğini belirtmiştim. Bu işbirliği zemininin sivil toplum içinde farklı odaklarla çalışan paydaşlar arasında kurulacak ortaklık ile de sağlanması önem taşıyor. İnsani yardım ve kalkınma aktörlerinin iş birliği yaparak, bilgi ve uzmanlıklarını birleştirmesi kritik bir ihtiyaç. Kalkınma aktörleri, insani yardım kuruluşlarının hızlı proje uygulama deneyiminden ve sivil toplumla iş birliği yapma pratiklerinden yararlanabilir; insani yardım aktörleri ise kalkınma projelerinin uzun vadeli yapısından ve özel sektörle iş birliği konusunda edindikleri deneyimlerden faydalanabilir.
Ayrıca, doğrudan yerel topluluklarla çalışan insani yardım aktörleri, afet risk yönetimi konusunda akademik araştırmalar için doğru ve sık veri sağlayabilir, üniversitelerdeki çalışmaların daha güvenilir ve öngörülü olmasına katkı sunabilir. Bu veriler, özel sektör işbirliğinde üniversitelerin iklim teknolojileri ve insani yardım aktörlerinin uygulayabileceği yenilikçi uygulamalar konusunda daha üretken olmasını mümkün kılabilir. Ayrıca, insani yardım aktörleri farkındalık kampanyalarında ve kaynak yaratma çalışmalarında etkili bir savunuculuk rolü üstlenebilir; kalkınma aktörleri ise karmaşık hibe yazımı ve proje yönetimi süreçlerinde etkin destek sunabilir. Bu tür işbirlikleri, iklim kriziyle mücadeleye odaklanan daha sürdürülebilir ve etkili projelerin hayata geçirilmesine imkan sağlayabilir.
Geleceği Koruma Zamanı
İklim krizi, tüm insanlığı tehdit eden bir sorun olarak, özel ve kamu sektörü ile insani yardım ve kalkınma aktörlerini bir araya getiren çok yönlü bir yaklaşım gerektiriyor. Türkiye, iklim değişikliğine karşı ‘işleri eskisi gibi’ yapma anlayışını terk ederek önemli bir adım attı. Şimdi sıra, insani yardım ve kalkınma aktörlerinin de aynı şekilde işleri eskisi gibi yapmayı bırakarak iş birliği içinde hareket etmesini sağlamakta. Böylece hem makro ölçekte gezegenimizi hem de mikro ölçekte kendi yerelimiz olan Türkiye’yi korumak, bugün ve yarın insan haklarının iklim krizi gölgesinde kalmaması için ortak projeler geliştirmek mümkün olabilecek.
10 Aralık İnsan Hakları Günü, sadece hak ihlallerini konuşmak değil, insan haklarının korunması için gereken acil adımları da hatırlamak, hatırlatmak için bir fırsat. İklim krizinin, en temel insan hakkı olan yaşam hakkı başta olmak üzere insan haklarını tehdit eden etkilerini hafifletmek için bugün, dayanışma içinde harekete geçme zamanı. Hayata Destek Derneği gibi bu alanda sorumluluk üstlenmeye hazır sivil toplum kuruluşlarının bu dayanışmanın çağrıcısı ve uygulayıcı olmasına inanıyor, iklim krizine karşı da #Dayanışmaİyileştirir diyoruz.
* Bu yazı 10 Aralık 2024 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanmıştır.
Kevin John Pulley
Araştırma ve Politika Uzmanı, İstanbul
Editör: Çiğdem Güner, İletişim Yöneticisi, İstanbul
Yazıyı okuduğunuz ve buraya kadar geldiğiniz için teşekkürler. Şimdi hazır buradayken hayata destek olabilirsiniz.