“Bir çocuğu korumak her yetişkinin sorumluluğudur.”

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 2002 yılında Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü olarak ilan edilen 12 Haziran tarihi, çocuk işçiliğine dikkat çekmek ve bu köklü sorunla mücadele çağrısında bulunmak için sesimizi yükselttiğimiz özel bir gün. Okuyacağınız röportaj metni, çocuk işçiliğinin bugününe dair temel sorunsallara odaklanıyor.

Viranşehir Hayata Destek Evi Yöneticimiz Leyla Ezberci, Akdeniz Gençlik Derneği Genel Koordinatörü Osman Can GÜL’ün 12 Haziran özelinde sorduğu soruları yanıtladı.

 

Çocuk işçiliği tam olarak nedir ve tam olarak hangi yaş grubunu kapsıyor?

Türkiye’nin de imzacısı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşını doldurmamış her birey çocuktur. 18 yaşın altında, hane gelirine katkı sağlamak amacıyla çalışan her birey ise çocuk işçi olarak tanımlanmaktadır. Hafif ve az zamanlı işlerde 15 yaşını tamamlamış çocukların çalışması kabul edilebilirken, Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun tanımladığı ve Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmeye göre, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmanın asgari yaşı 18 olarak kabul edilmiştir. Ağır ve tehlikeli işler bağlamında, mevsimlik tarımda, küçük ve orta ölçekli işletmelerde ağır ve tehlikeli işlerde, sokakta çalışma çocuk işçiliğinin en kötü biçimi olarak tanımlanır ve yasaklanmıştır.

Yapılan tüm araştırmalar çocuk işçiliğinin çocuğun eğitim, sağlık gibi temel haklarına erişimini engellediğini, çocuğun fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar verdiğini gösteriyor.  Ne yazık ki ülkemizde 10 yaş üstü çocukların çocuk işçi olduğu 10 yaş altı çocukların ise çocuk işçi olma riski taşıdığı biliniyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2019 verilerine göre, Türkiye’de yalnızca 2019’un dördüncü çeyreğinde 5-17 yaş Aralığında 720 bin çocuğun çalışmak zorunda bırakıldığı görülüyor. Üstelik bu sayıya mülteci çocuklar dâhil değil. Türkiye genelinde tahmin edilen çocuk işçi sayısı ise 2 milyon.

 

İnsani şartlarda ve yetişkin insanlarla çalışmak varken çocuk işçiliği neden tercih ediliyor? Ya da ne kadarı tercih?

Bu soruyu iki farklı boyuttan değerlendirmek gerekiyor. Birinci boyutu aileler. Aileler neden çocuklarını çalıştırmayı tercih ediyor? Bunun başat nedeni yoksulluk. Vasıfsız veya yevmiyeli işlerde düşük ücretle çalışan yahut işsiz olan yetişkin aile bireyleri, hane geçimini sağlayamadığı için çocukların çalışmasına onay veriyor. Mevsimlik tarım sahalarında ise yoksulluğa ek olarak, çocukların çalıştırılmasını normalleştiren bir kültürle, bir sistemle de karşılaşıyoruz. Mevsimlik tarımda çalışmak için ailelerin hanedeki tüm bireylerle hareket etmesi, mevsimlik tarım işçiliğini çocukluğundan beri devam ettiren yetişkinlerin bu sistem içinde çocukların çalışması ile ilgili çok ciddi farkındalık eksiklikleri olduğunu, saha çalışmalarımız sırasında gözlemliyoruz. Yanı sıra geçmişten günümüze gelen çıraklık kültürü de çocuk işçiliğini tetikliyor. Eğitim sayesinde çocukların meslek öğrenebileceğine olan güvenin azalması, çocuğa fayda sağlama düşüncesi ile çocuğun düşük ücretlerle, çıraklık vasfı altında çalıştırılmasına neden oluyor.

İkinci boyutu ise işverenler. İşverenler neden çocuk işçi tercih ediyor? Bunun da en önemli nedeni yine ekonomik. Çocukları daha düşük ücretlerle çalıştırmak, sigorta yükünden kurtulmak işveren için büyük bir kâr anlamına geliyor ne yazık ki. Bazı işlerde ise fiziksel yatkınlıklarından ötürü özellikle çocuklar tercih ediliyor; halı dokuma, yerdeki fındıkları toplama gibi işler. Ne kadarı tercih ediyor kısmı ise biraz muğlak kalıyor. Çocukların çalıştırılmasının önüne geçmek için gerekli denetimler yeterince yapılamadığı gibi, cezai yaptırımlarla da çok sık karşılaşılmıyor. Bu yüzden işverenler arasında da çocuk işçi çalıştıran/çalıştırmayan gibi bir ayrım olmamakla birlikte neden çocuk işçi tercih etmemeleri gerektiği ile ilgili de çok ciddi bir bilgi eksikliği mevcut. Zira hem aileler hem de işverenlerden “Biz de çocukken çalıştık, ne olacak ki...” ya da “Erken yaşta hayatı öğrensin, iş öğrensin.” gibi yargıları çok fazla duyuyoruz.

Çocuk işçiliği neden tercih ediliyor noktasında mutlaka nöbetleşe yoksulluk döngüsünden bahsetmek gerekiyor. Çocuk işçiliğinin, çocuğun eğitim düzeyini etkilediği biliniyor, eğitim/öğretim sürecinden uzaklaşan çocuğun okul ile bağının azalması, akranlarının elde ettiği kazanımlardan mahrum kalmasına neden oluyor. Eğitimsiz birey, yetişkinliğe geçince de bildiği tek işi yapmaya devam ediyor. Bu döngüden çıkamayan birey, yetişkinlik çağında ailesini, kendi çocuklarını da katarak yoksulluk döngüsünü devam ettiriyor.

 

Daha çok hangi sektörlerde çocuk işçiler var?

Yapılan araştırmalar Türkiye’de çocuk işçilerin %45 gibi bir oranının mevsimlik tarımda çalıştığına işaret ediyor. Tarımda çalışan çocukları hizmet sektöründe ve sanayide çalışan çocuklar izliyor. İstatistikler bu çocukların yarısının okula devam edemediğini, haftada kırk saatten fazla ağır ve tehlikeli işlerde çalıştıklarını gösteriyor. Bir de çocuk işçiliğine mercek tutarken görünen ve görünmeyen sektörler ayrımını yapmak gerekiyor. Sokakta, pazarda herkesin gördüğü ve ne yazık ki yadırgamadığı, hatta alıştığı görünür çocuk işçiler var. O kadar alışılmış ki artık pazarda eşya taşıyan çocuğun oradaki bir tezgâhtan farkı yok. Bir de mevsimlik tarım ya da sanayi, fabrika gibi çok da göz önünde olmayan sektörler var. Tekstil atölyelerinden, tarlalardan evimize ulaşan, giydiğimiz, yediğimiz hemen her üründe emeği olan ve ancak bir habere konu olduğunda denk geldiğimiz, haberdar olduğumuz çocuk işçiler...

Görünür olmayan çocuk işçilerden bahsederken ev içi iş durumundan da bahsetmek gerekiyor. Özellikle kız çocuklarının evde görünür olmayan çok sayıda işin yükünü üstlendiğini biliyoruz. Mevsimlik tarım sahalarında çadır bekçisi kız çocukları var mesela. Tarlada çalışmıyorlar ama çadırda bebek bakıyorlar, yemek yapıp çamaşır yıkıyorlar...

Görünür olsun olmasın çocukların çalışırken çok fazla risk taşıdıklarını, eğitim, sağlık, oyun gibi en temel haklarından mahrum kaldıklarını unutmamak önemli.

 

Türkiye'de 2005’te hazırlanan “Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Ulusal Politika ve Program Çerçevesi” ve 2017-2023 yıllarını kapsayan “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı” var. Bu politikalar ve programlar Türkiye’de çocuk işçiliğiyle mücadelede ne kadar etkili ve ne kadar uygulanıyor?

2005’te hazırlanan ulusal politika ve program çerçevesinde, Türkiye en kötü çocuk işçiliği biçimlerinden 3 başlığı önceliklendirdi. Buna göre; “Sokakta Çalışma, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Ağır ve Tehlikeli İşlerde Çalışma, Tarımda Aile İşleri Dışında Ücret Karşılığı Gezici ve Geçici Tarım İşlerinde Çalışma” alanlarındaki çocuk işçiliğini 2015 yılına kadar ortadan kaldırmayı uluslararası çalışma örgütüne taahhüt etmiş fakat bu hedef günümüze kadar maalesef gerçekleşememiştir.

2015 yılında 138 ve 182 sayılı İLO sözleşmeleri gereği 2017-2023 eylem planı hazırlandı. Bu eylem planı ile valilikler başta olmak üzere, Milli Eğitim Müdürlükleri, İşkur’lar, kolluk kuvvetleri gibi ilgili birimlere sorumluluklar yüklenirken çocuk işçiliğinin yoğun olduğu illerde çocuk işçiliği önleme birimlerinin kurulması karara bağlandı. 2018 yılı ise Çocuk İşçiliği İle Mücadele Yılı ilan edildi. Bu kapsamda gerek kamu kurumları, gerek sivil toplum örgütleri, özel sektör paydaşları konunun vahametine dikkat çekecek çalışmalar yaparak, sorunu görünür kılmaya çalıştı.

2005 ve 2017 programlarına bakılacak olursa alınan kararların uygulama noktasında zayıf kaldığı söylenebilir. Çocuk işçiliği konusunda önleyici denetim ve yaptırım mekanizmalarının yetersiz olduğu görülmektedir. Ki hala 2 milyon çocuk işçiden söz ediyoruz.

 

Türkiye çocuk işçiliğiyle mücadele için imzaladığı uluslararası sözleşmelere ne kadar uygun davranıyor?

Türkiye başta Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine Dair Sözleşmeler olmak üzere uluslararası pek çok sözleşmeye taraf olmuş yanı sıra ulusal yasalar ve politikalar ile bir iç hukuk normu oluşturmuştur. Öte yandan var olan tüm prosedürler pratiğe dönüşme noktasında kimi yetersizlikler barındırıyor.

Taraf olduğumuz BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 32. Maddesi “çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek, bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâki ya da toplumsal gelişimi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını”  belirtir. Çocuk işçiliği ise baştan sona bu hakkın ihlali anlamına gelmektedir. Bir diğer örnek ise 138 sayılı İLO sözleşmesidir. Bu sözleşmede çalışma asgari yaş sınırının, zorunlu öğrenim yaşının bittiği yaşın altında ve “her halükarda 15 yaşın altında olmayacağı” belirtilmektedir. Türkiye bu sözleşmeyi 1998 yılında imzalamış olmakla birlikte, hala 15 yaşın altında çok sayıda çocuğun ağır ve tehlikeli işler kategorisinde bulunan sektörlerde çalıştıkları bilinmektedir.

 

Covid-19 sürecinde 20 yaş altı bireyler için sokağa çıkma yasağı var. Birçok sektör çok olumsuz etkilendi. Bu sürecin çocuk işçiliğiyle ilgili bir etkisi oldu mu?

Covid-19 Salgını’nın başladığı ilk ay bir anket çalışması yaptık. Bu çalışma bize çocuk işçiliğinin arttığını gösterdi. Salgından dolayı işini kaybeden yetişkin bireylerin artması ve hastalığın çocuklar üzerinde bir etkisinin olmadığının sıkça aktarılması, üstüne bir de okulların fiziki olarak kapanması ile birlikte ne yazık ki çocuk işçiliğinde bir artış oldu. 20 yaş altı sokağa çıkma yasağının gelmesi ile birlikte bu artışta bir düşüş yaşansa da hala sokakta, pazarda, manavda, tarlada çalışan çok sayıda çocuk işçi var. Mevsimlik tarım işçisi çocuklar, sokağa çıkma ve seyahat yasağından muaf tutuldu. Şu an tarlalarda çocuklar günün 11-12 saati çalışıyor ve ne yazık ki salgına karşı gerekli önlemler alındığını söylemek de hayli güç.

 

Türkiye'de mülteci çocuk işçiler de var. Mülteci çocuk işçilerin mülteci olmalarından da kaynaklı ekstra ne gibi sorunları var?

Çocuk işçiliği çocuğu temel haklarından alıkoyan, çocukluğunu yaşamadan büyümesine neden olan ve birçok risk ile çocuğu karşı karşıya bırakan bir durum. Çocuk işçiliği olgusu ile mücadele ederken ırk, cinsiyet gibi ayrımlara girmeden sadece çocuk olarak bakmak önemli. Mülteciliği burada bir nebze ayrı tutabiliriz. Vaka yönetimi çalışmaları yaparken mesela hassasiyetlere bakıyoruz, bir vakanın taşıdığı hassasiyetler/kırılganlıklar arttıkça müdahale biçimleri de değişiklik gösteriyor. Mülteci çocuklar zaten çok yüksek bir hassasiyet barındırarak – savaştan kaçma, şiddet travması yaşama gibi- çocuk işçiliğine girmiş oluyor. Dolayısıyla kırılganlıkları oldukça yüksek bir kesimden bahsediyoruz. Mülteci çocuklar arasında okullaşma oranının da düşüklüğü bilinen bir gerçek. Eğitim öğretimden uzak kalan çocukların çocuk işçi olma oranları ise daha yüksek. Bir diğer boyutu da özellikle bazı sektörlerde yerel halk ile mülteciler arasındaki ücret farkı. 2017 saha çalışmamız sırasında fındık hasadında yerli işçiler günlük 70 lira alırken Suriyeli işçilerin 50 lira aldıklarını gördük ki bu ücret çocuklar için de aynı.

 

Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının bu konuya bakışları ve çalışmaları nasıl?

Çocuk işçiliği ulusal bir problem ve her yerde var. Bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri de aynı amaç uğruna benzer çalışmalar yürütüyor. Kimi STK’ların saha deneyimi daha fazla kiminin ise araştırma alanında kapasitesi yüksek. Bu noktada işbirliği içinde ilerlemek, deneyim ve birikimlerimizi paylaşmak iyi oluyor.

Türkiye’de bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri ile koordinasyon ağı her geçen gün gelişiyor. Bu ağın gelişmesi de tabi ki çocuk işçiliği ile mücadelede genel olarak kamuoyuna, özelde ilgili kurum ve kişilere yönelik savunuculuk boyutunu güçlendirici bir yere denk geliyor.

 

Hayata Destek Derneği olarak bu konuda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Bu çalışmalarınıza gönüllü olarak dahil olmak isteyen kişilerin yapabileceği bir şey var mı?

Biz Hayata Destek Derneği olarak, 2012 yılından bu yana Adana, Düzce, Ordu, Sakarya, Şanlıurfa, Zonguldak, Hatay, Diyarbakır ve İstanbul’da çocuk işçiliğinin önlenmesi için çalışıyoruz. Mevsimlik gezici tarım alanları başta olmak üzere farklı alan ve sektörlerde çalıştırılan ya da çalıştırılma riski altındaki çocukların, ihmal ve istismardan korunması ve haklarına erişmesini amaçlıyoruz. Bu çerçevede, çalıştırılan ya da çalıştırılma riskli bulunan çocuklara yönelik, eğitime dönmeleri ve temel haklardan yararlanmaları için vaka yönetimi yoluyla destekleme, sosyal hizmetlere yönlendirme ve psikososyal destek faaliyetleri yürütüyoruz. Ayrıca aileler, işverenler ve tarla/bahçe sahipleri için çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik farkındalık arttırıcı çalışmalar yapıyoruz. Savunuculuk ve kapasite geliştirme eğitimleri gibi faaliyetler aracılığıyla kamuoyu ve kamu kurumlarına ulaşmayı hedefliyoruz.

Eş zamanlı olarak da “Bu iş çocuk oyuncağı değil!” sloganını sahiplenerek toplumsal farkındalığı artırmaya yönelik kampanyalar yürütmeye çabalıyoruz. Amacımız bir çocuğu korumanın her yetişkinin görevi olduğunun ısrarla tekrar etmek ve çocuk işçiliği ile mücadelede etkin rol almaya herkesi ısrarla çağırmak.

Gönüllülük konusuna aslında tam da bu çağrı üzerinden değinebiliriz. Fakat öncesinde bize genelde yöneltilen ilk soru olduğu için saha çalışmalarında gönüllülük konusuna değineyim. Derneğimizin bir gönüllü programı mevcut. Gönüllülerimizi çalışmalarımıza dâhil ederek hem biz güçleniyoruz hem de her bir gönüllümüzü güçlendirerek bir kelebek etkisi yaratmayı hedefliyoruz. Öte yandan maalesef saha çalışmalarımızda bireysel gönüllü desteğinden kısıtlı şekilde faydalanabiliyoruz. Bahsetmiş olduğum gibi kırılganlık seviyesi yüksek kesimlere yönelik insani yardım çalışmaları yürüttüğümüz için çalışanlarımız ve gönüllülerimiz bir seri eğitim alarak sahaya çıkabiliyor. Bu eğitimleri organize etmek, tamamlamak da önemli bir mesai gerektiriyor.

Fakat amaçlarımızda ortaklaştığımız destekçilerimizin yanımızda olması bizim için çok kıymetli. Destekler çalışmalarımızda bizi hem motive ediyor hem de güçlendiriyor. Çocuk işçiliği ile mücadelede toplumsal farkındalık büyük önem taşıyor. Her bir destekçimiz aslında bu mücadelede sözümüzü daha yüksek sesle duyurmamızda etkili. Sosyal medya içeriklerimizi paylaşıyorlar, kampanyalarımıza katılıyorlar, ilgili kurumlarla tanışmamıza aracı oluyorlar, faaliyetlerimize bağışlarıyla katkı yapıyorlar. Özellikle bağışlar, sahada projeler hazırlanırken öngörülememiş, acil ihtiyaçlara cevap vermemizi mümkün kılıyor.

Bir sivil toplum aktörü olarak aslında biz geçiş dönemlerinde sorumluluk sahibiyiz. Yani bir sorunu tanımlıyoruz, o sorunun ortadan kaldırılması için harekete geçiyoruz, sorun ortadan kalktığında da misyonumuzu tamamlamış oluyoruz ve alandan çekiliyoruz. Dileriz ki çocuk işçiliği konusunda da bir gün bize duyulan ihtiyaç ortadan kalkar ve alandan gönül rahatlığıyla çekilebiliriz. Bu noktada, elde edilen kazanımlara sahip çıkılması, iyileşmenin kalıcı olması için toplumda güçlü bireyler bırakmak önemli. Söz konusu sorunun bir daha ortaya çıkmaması, yeniden bir hak kaybı yaşanmaması için bugün bize destek verenler ve bizler sorumluluk üstlenmeyi sürdürecek olanlarız. Yani diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi çocuk işçiliği ile mücadelede de ne kadar yan yana durmayı başarabilirsek o kadar güçlü, o kadar etkili olacağız. Dün olduğu gibi bugün de ve yarınlarda da refah içinde bir geleceği inşa etmek için çocuklarımıza bir arada durarak, hep beraber sahip çıkmaya ihtiyacımız var.

Sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim Leyla Hanım. Umarım hiçbir çocuğun çocuk işçiliğine maruz kalmadığı ve eğitim hakkına eşit şartlarda erişebildiği bir dünyayı hep birlikte yaratabiliriz. Ben bunun bir gün gerçek olacağına yürekten inanıyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. 

Osman Can GÜL
Akdeniz Gençlik Derneği

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left