“Sırtımda bebek, elimde altı yaşında kız çocuğu, yanımda yaşını almış halam; dördümüz yollara düştük Şengal’den kaçmak için. Peşimiz sıra IŞİD yaklaşıyor. Biz Türkiye’ye ulaşmak için yolları aşmaya çalışıyoruz. Yol bir türlü bitmiyor. Ekmek bitiyor, su bitiyor, güç bitiyor, sabır bitiyor, yol bitmiyor.

İşte o bitmeyen yolda, üç defa ardımda bırakmaya çalıştım şu küçücük kızımı. Ya bebeği ya kızı kurtaracağım dedim, bebek bensiz mümkünü yok yaşamaz, ölür dedim, kız belki becerir, hayatta kalır dedim. Bir düşünün, bir anne yavrusunu bırakıp gidebilir mi hiç. Ama işte çaresizlik... Bırakayım dedim.

Bir bıraktım, büyükçe kayanın dibine, uyuyordu. Ardımı döndüm. İçim kıyım kıyım. Yürüdüm hızlı hızlı. Bir dönüp bakarsam ayaklarım felç olur, kıpırdayamam, bildim de dönüp bakmadım. Uyanıverdi yavru. Koşarak yanıma geliverdi. Eteğimi tuttu, yüzüme şaşkın baktı. 'Hadi devam' dedim...

İkincide içecek suyumuz kalmamıştı. Ağzım kupkuru. Bebek aç, dünyayı yıkıyor ağlamaktan. Küçük kız suskun, solgun oturuyor kenarda. Azıcık durmamız lazım. Yürümekten bacaklarımızda derman kalmamış. Yolda yan yana yürüdüklerimizin gerisine düşmüşüz üstelik. Bir başımızayız yani. Çok da durup beklemek olmaz. Arkamızdan geliyor cani. Aklım duracak. Nasıl bitecek bu yol? 'Hadi kalkın, gidiyoruz' dedim. Küçük kızın hiç canı kalmamış. Melül melül bakıyor yüzüme, kıpırdamıyor yerinden. Öfke beynime sıçradı. Bebeyi halanın kucağına veriverdim. Aldım kızı da başladım tepeyi tırmanmaya. Yeterince uzaklaşınca güya, bıraktım elini. 'Sen burada beni bekleyeceksin' dedim, 'gelip alacağım seni.' Uyumasını söyledim. 'Uyanınca gelmiş olurum' dedim. Başımın içi alev alev, elim kolum titremede... Arkamdan 'anne' diye bağırdı bir, koşacak hali yok ki kalkıp gelsin. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan sövüyorum. Aklım yitmiş sanki. Gittim gittim, gidemedim. Öyle çakıldım kaldım yerime. Uzaklaşmışım iyice yavrudan, hiç sesini duymuyorum. Ne kadar vakit oldu çocuğu bırakalı, ne kadar yürüdüm ben hiç bilmiyorum. Etraf uğulduyor. 'Öldü mü yoksa kız?' dedim kendi kendime. Dönüp baktım; taşlar, kayalar, gözümün görebildiğince uzanan çorak tepelikte bir tane canlı yok. 'Ah! kız öldü herhalde' dedim. Kızımı gömmek için, kurda kuşa yem olmasın cansız bedeni bari diyerek geri döndüm. Bir baktım, bıraktığım yerde; korkmuş, sinmiş, içli içli ağlıyor. Gördü beni, çığlıklar atarak yanıma geldi. Tek laf etmedi. Tuttu eteğimi, bırakmadı.

hikayeli_diyarbakir_multeci_042016_ky1223_sahar

Üçüncü defasını tam hatırlayamıyorum bile. Kaç gün yürüdük, ne kadar kaldı Türkiye'ye varmaya, hiç bilmiyorum. Bir sürü kıyım, kıyamet görmüşüz. Ne zaman gündüz, ne zaman gece bilmiyorum; kim kimdir, bu çocukların anası ben miyim bilmiyorum; öldük mü, hayatta mıyız onu bile bilmiyorum. Yine uyuyor küçük kız, halim yok ki kalk diyeyim. Kalan azıcık mecalimle başladım yürümeye. Gidiyorum. Alemi bir uçtan bir uca yürüdüm de aştım sanki. Öyle çok... Yanımda tanımadığım kadınlar, çocuklar... Sırtımda bebe... Bir ağaç altına yığıldım kaldım. Gözümü açtığımda beyazlar içinde halam yanımda, sanki melek, kucağında küçük kızım. Biraz öfkeli biraz sevecen, 'aman kızım, gözümün nuru bırakılır mı şimdi bu yavru?' dedi bana, 'geldik buraya kadar, az daha sık dişini, şimdi bırakılmaz artık, vardık sayılır.' Mor eşarbını doladı iyice kafasına. Eski toprak, güçlü kadın halam yıkılmıyor, kalktı ayağa, gözümün içine içine bakarak elini uzattı bana. Güç alıp doğruldum. Yanında gözleri fal taşı gibi açılmış, benim küçük kız. Yavru önce uzak durdu bana, sonra yine yapıştı eteğime. Bu defa bırakmamacasına...

Sonunda bitti yol. Geçtik sınırı. Mevsim yaz. Binlerce Ezidi bırakmışız evi barkı, taşı toprağı. Canımız için can havliyle düşmüşüz yollara... Fidanlık Kampı’na ulaştık sonunda. Benim kızın dili tutulmuş. Nasıl tutulmasın, annesi bile bırakmaya çalıştı yavruyu, hem de üç defa. O eteğime o eli yapıştı sanki. Her yerde gölgem gibi peşimde. Herkesten, her şeyden korkuyor. Kabussuz uykusu yok. Uyanır uyanmaz da beni arıyor. Hep o ağaç altındaki kocaman gözlerle bakıyor etrafa. Bir şey diyemiyorum ki ben de, dilim varmıyor. Tam diyecek oluyorum, sarılıp yavruya bir ağlamaktır başlıyor bende. Hadi bebeğin aklı ermez de bu yavru nasıl başa çıkacak onca şeyle...

İşte o çaresizliğimde Hayata Destek'in eğitmenleri geldiler yanıma, sahip çıktılar suskun kızıma. Bıkmadan usanmadan her gün geldiler çadırımıza. Her gün çağırdılar küçük kızımı oyunlarına. Her gün konuştular onunla, cevap alamasalar da. Masallar anlattılar, resimler çizdiler, hatta oyuncak getirdiler. Bir gün baktım benim küçük kız eğitmenlerden birinin elinden tutmuş çadırın etrafında dolanıyor onunla. Yine gözleri bende ama anlıyorum, bir yandan dinliyor elinden tuttuğu ablasını da. Gülümsüyorum, gülümsüyor. Sonra yavaş yavaş dili açıldı kızımın, yüzü yeniden gülmeye başladı. Kolay mı küçücük yavrunun onca acıyı kaldırması ama ilgiyle, sevgiyle iyi oldu benim kızım, yeniden çocuk oldu. Sağolsunlar!”

Çiğdem Usta
Hayata Destek Derneği Kurumsal İletişim Uzmanı

img_0444

Arşiv

Bültenimize Üye Olun

    crossmenuchevron-downarrow-left